Pusula:Haklılığına inanmak zorluklarla savaşmanın ön koşuludur!
Ama güçlük, olanaksızlık demek değildir. Önemli olan şey, seçilen yolun doğru bir yol olduğuna inanmaktır. Bu inanç mucizeler yaratabilen devrimci enerjiyi ve devrimci coşkuyu yüz kat arttırır.” (Lenin, İşçi Sınıfı ve Köylülük, s. 177)
Evet önemli olan “seçilen yolun doğru bir yol olduğuna inanmaktır”.  Bu inanç tüm zorluklarla savaşmanın teminatıdır. Tarihin tekerleğini  her tarihsel süreçte ileriye doğru çevirenler soruna bu bilinç ve  inançla yaklaşmışlardır. Emperyalizm ve proleter devrimler çağındaki tüm devrimler  de bu büyük fedakarlıkların ürünüdür. Daha sade bir dille  ifade edecek olursak, hiçbir devrim zorluklarla boğuşmadan, engelleri  aşmadan hedefine ulaşmamıştır. Zorluklarla boğuşmak aynı  zamanda militanları çelikleştirir, direngenliklerini artırır. Kazanma  bilinci de böylece içselleştirilmiş olur.
Bilindiği gibi emekçilerin, ezilen tüm sınıfların günlük sosyal  yaşamları binbir zorlukla doludur. Bu zorlukların esas yaratıcısı  sömürü düzenidir. Bu demektir ki; insanca bir yaşam için sömürü  düzeninin yıkılması şarttır. Ama bunun için yaşanan zorluklardan daha  büyük zorlukları göze almak gerekir. Bedel ödeme, tarihsel sorumluluk  ve bilinç eyleminden bağımsız değildir. Bu konularda ileri bir duruş  varsa, orada çaresizlik yoktur. Orada yapılmayan görevleri  güçsüzlüklere, olanaksızlıklara endeksleme anlayışı yoktur. Bilakis  “güçlük” olanaksızlık değildir. Olanakları yaratacak olan biz devrimci  özneleriz anlayışı vardır. Bir partinin militanlarında bu anlayış bir  yaşam tarzı haline gelirse, her zorluğun aşılması kaçınılmaz hale gelir,  işkencehanelerde, zindanlarda, çatışma siperlerinde ortaya konulan tüm  kahramanca pratikler gücünü, yapılanın bir görev oldugu kavrayışından  alıyor. Bu görev halka, ona o gücü veren proletarya ideolojisine duyulan  derin güvenden başka bir şey değildir. Böylesi zor çatışma  dönemlerinde haykırıları parti şiarları kazanmanın, yüründüğü yolun  doğruluğuna ve yol göstericisi olan örgütlü yapıya duyulan inancın özlü  ifadesidir.
Parti, önderlik, örgütlü çatışma vb. sorunlar üzerinde daha çok  yoğunlaştığımız bu dönemde “seçilen yolun doğru bir yol olduğuna”  inanan militan tipini yaratmak, örgütün tüm kademelerinde bu niteliksel  sayıyı çoğaltmak, olanaksızlıkların, imkansızlıkların panzehiridir.  Bitmeyen bir enerjinin açığa çıkarılmasıdır. Devrimci heyecanın,  devrimci coşkunun ileri kitlelere de taşınmasıdır.
Hem başka ülkelerin devrim tarihlerinde hem de sosyal ve ulusal  kurtuluş mücadelesi yürüten partilerin tarihlerinde böylesi dönemler  vardır. Bu dönemlerin iç ve dış koşullarını, yani süreçlerin tüm  özgünlüklerini kavrayarak değerlendirmeler yapmalıyız. Aynı durum kendi  tarihi tecrübelerimiz, bulunduğumuz coğrafya üzerinde mücadele yürüten  devrimci ve yurtsever hareketlerin tarihlerinden öğrenme pratiği için  de geçerlidir. Öğrenme konusundaki bilimsel yönte-mi-yaklaşımı  kavramada yetkinleşmek, hataları asgari düzeye indirgemek, şematizmden  önemli oranda kurtulmak anlamına gelir. Süreçleri bu bilinçle  sorgularsak, işte o zaman nesnel koşullar bakımında dönemler arasında  belli farklılıkların olduğunu göreceğiz. Göreceğimiz diğer önemli bir  gerçek ise; hiçbir değerin, olanağın tepsi içinde sunulmadığı, onları  elde etmek için yoğun bir emeğin verildiğidir.
Hiç şüphesiz verilen emeğin düzeyi, duyulan güven ve inanç  duzeyinden bagimsiz değildir. Emeğin yoğunluğu, ideolojik duruştaki  netliğin, söylemin pratiğe dönüştürülmesinin ta kendisidir. Buradaki  militan pratik yol açıcı, kilit bir sorundur. Durağanlığa,  hareketsizliğe isyandır; söylemlere olması gereken anlamı yükleme  eylemidir. Söz gelimi, savaş alanı çekim merkezi olmalıdır, demekle  olmaz. Savaş alanının çekim merkezi olmasını sağlayacak olan bizzat  pratiğin kendisidir. Savaşın gelişeceğine dair ortaya çıkan her işaret  dikkatlerin bu yöne doğru çevrilmesini sağlar. Tüm mücadele alanlarında  bu yönlü yürütülen propaganda faaliyetlerinin ikna edici ve etkin  olmasına hizmet eder. Örgütlü güçlerin, yakın çeperin katkı düzeylerini  daha bir artırır. Tüm genel söylemleri daha sade bir dille ifade edecek  olursak, savaş sorunu partinin gündemine ancak  savaşılarak konulur. Çünkü savaşçı militan pratik  tereddütleri, güvensizlikleri yok eder. Tüm alan çalışmalarının yönünün  bu merkezi göreve göre şekillenmesini sağlar.
Öncellikle çıkarmamız gereken ders; dikkatleri ana merkeze  yöneltecek görevler üzerinde yoğunlaşmaktır. Hiçbir gerekçenin arkasına  sığınmadan, var olan olanaklar çerçevesinde mutlaka ama mutlaka adım  atmak gerekir. Çünkü içinden geçmekte olduğumuz dönem mazeret üretecek,  mazeret kabul edecek bir dönem değildir. Ya var olan güçlerle,  olanaklarla ileriye doğru adımlar atılacak ya da mazeretlerle birlikte  var olan imkanlar da tüketilecektir. Bunun ara yolu yoktur. Bu gerçekler  görülmelidir.
Süreci asgari düzeyde algılama böyle bir duruşu zorunlu kılar. Tüm  dezavantajlara rağmen sürecin sunduğu fırsatları doğru okumak gerekir.  Şöyle ki; “Açılım” balonu patladı. Tüm gerçekler orta yerde duruyor.  Egemenlerin imha ve inkar politikası sürüyor. Bu, geçici de olsa orta  düzeyde çatışmaların yeniden yaşanmasına vesile olabilir. Yine Tekel  direnişi, özelleştirmenin acı sonuçlarına ayna tuttu. Ve kölece bir  yaşamdan kurtulmanın yolunun direnmekten geçtiği gerçeği bir kez daha  açığa çıktı. Direniş aynı zamanda sınıfın birleştirici gücünü de  gösterdi¨Gösterdigi diger bir gercek ise onderlik ve örgütlülük  sorunu çözülmeden, en büyük kalabalıkların dahi sonuç alıcı kudretten  yoksun olduğudur.
Tüm bu pratikler önderlik, örgütlülük, kitle çalışması konusunda  bize somut tecrübeler sunuyor. Tüm bu pratikler bize sürecin  öncelikli, acil görevleri noktasında uyarıyor. Dolayısıyla parti  sürecine, sınıf mücadelesine müdahale yüzeysel değerlendirmelerle,  somut verilerden uzak gözlemlerle olmaz. Parti sürecine müdahale,  ortaya konulan toplantı sonuçlarının irdelenmesiyle, alınan kararların  uygulanıp uygulanmadığının denetlenmesiyle olur. Yani somut müdahale,  somutu izleme ve incelemeyi gerekli kılar. Genel olarak baktığımızda  örgütlü güçlerimizin bu konuda olması gereken noktada olmadığı bir  gerçektir. Bu durumu mutlaka değiştirmeliyiz. Çünkü bütünü sahiplenmek,  katkı düzeyinden bağımsız değildir. Bilakis katkı düzeyiyle  orantılıdır.
Sınıf mücadelesi içinde aktif bir konum almak, aynı zamanda daha  çok sorunla yüzleşmek anlamına gelir. Sorunların yoğunluğu çözüm  noktasında daha yoğun bir emek vermeyi gerektirir. Gerçeklerle  yüzleşmek, geneli somuta uygulamak, A/P çalışmalarını, örgütlemeyi daha  somut ayaklar üzerine oturtmak ancak bu pratik içinde mümkün olabilir.  Örneğin Tekel işçilerinin direniş sürecinde edindikleri tecrübe,  düşünsel planda yaşadıkları değişim, yaşanan yoğun pratiğin ürünüdür.
Bugün ezilenlerin sorunları için ortaya doğru pratik çözümler  koymak, somut taktikler geliştirmek için dairenin dışında değil, içinde  olmak gerekir. Daire içinde, yani kavganın göbeğinde olmak, daha yoğun  sorunlarla yüzleşmek anlamına gelir. Bunların çözümü için daha çok  çaba sarf etmek olmazsa olmazdır. Eğer sorunlara dair somut çözümler  sunmada, kitlelerle bağ kurmada problemler yaşıyorsak bunun pratikle  olan boyutu üzerinde ciddiyetle durmamız gerekir. Bu yönlü ileriye  doğru atılacak her adım, yukarıda altıni çizdigimiz  yetersizlikleri gidermeye hizmet edecektir.
Isci Köylu, S:67, Yil:2, 14-27 Mayis, 2010
 
				