|

KAVGA VE PARTİ VAROLDUKÇA BEN YAŞAYACAĞIM

Bizler için Ocak ayı belki de en karanlık ve en kederli aydır. Dersim’de yaşıyorsanız ve bir mücadele içindeyseniz bu keder ve karanlık iki kat daha artıyor. Ocak ayı için “dışarıda köpek bile donuyor” derdi büyüklerimiz. Tıpkı faşizm gibi Ocak ayı da bize, “kim benim kurallarıma uymazsa donarak ölür, uyarsa benimle birlikte baharı görür” derdi. Buz gibi sesiyle bize; “beni bilenler bilsin, sevdiklerinizi, tüm dünyadaki işçi ve emekçileri mazlum halkları en yakın yoldaşlarınızı bile kurallarıma uymazsanız boranıma karıma katarak elinizden alırım” derdi. Lenin yoldaş, Rosa Lüksemburg, Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı aramızdan aldı ocak ayı. Türkiye devrimci hareketenin ilk gülü Meral Yakar yoldaşı da. Ali Haydar Yıldızı, Demirdağ’ı ve Polat İyit’i..

Onlar tohum olup koynumuza düştüler. Kökleri yedi kat derine salındı. Zaferimizin müjdecisi olarak filizleri Dersim’den, Kaçkarlara, Toroslara Karedeniz’e, Cudi’ye uzandı.

İşte Ocak ayında toprağa verdiğimiz onlarca yoldaşın içinden Polat İyit’i seçmiş olmam onun hem yoldaşım hem de yakın dostum ve akrabam oluşundandır. Yazımı yazmadan önce elime Özgür Gelecek dergisinin ilk cildini aldım ve şöyle bir göz attım. Anılarımıza şöyle göz gezdirirken fark ettim ki oradaki önderler, şehit düşen yoldaşlarımız çok detaylı bir şekilde anlatılmış. Ocak ayının neden parti ve devrim şehitleri ayı ilan edildiği de açık bir şekilde anlatılmış. Ancak yine de bu yeterli olur mu? Tabi ki yetmez ancak şairin de dediği gibi “vaktimiz yok onların matemini tutmaya.” Yoldaşlarımız aramızdan ayrılıp gidebilirler. Ancak her giden elinde bir bayrağı yoldaşlarına bırakarak gider ve o bayrağı kale burçlarına dikmek bıkmadan usanmadan bizim görevimizdir. Ne demişti aramızdan ayrılırken Halil Çakıroğlu yoldaş; “beni bırakın, partiyi güçlendirin”.

Polat’la aynı köylü olmasak da köylerimiz birbirine çok yakındı. Aynı okula gitmiştik. Aramızda dört yaş olmasına rağmen hep birlikte büyümüş, gençliğimizi ve çocukluğumuzu kavgalarımızı birlikte yaşamıştık. Bu okula çevre köylerden ağabeylerimiz de gelirdi. Bu ağabeylerimizin içinde Süleyman Cihan yoldaş ile Efendi Diri yoldaş da vardı. Bu ağabeylerimizin birçoğu bize o güne kadar bilmediğimiz şeyleri öğrettiler. Birçoğu da aynı dönem aranır duruma düşmüştü. İşte bu ağabeylerimizin de bize kattıklarıyla hayata atılmaya hazır hale geldik ve ben 1973 senesinde İstanbul’a geldim ve bir dökümhanede işe başladım. Polat da benden hemen sonra buraya geldi ve orada başladığı mücadele hayatına burada hız verdi.

Nergiz ve Mehmet Demirdağ yoldaşlarının yanında Polat Yiğit’in mezarında kim olduğu kısaca anlatılıyor. Dersim’de ve Karadenizde siyasi komiser olduğu ve şehirde parti örgütçüsü olduğu da.

Çok gençken, 12 Eylül öncesi liseyi henüz bitirmişken hapse düşmüştü. Çıktığında belli bir süre birlikte çalışmıştık. Aslında Polat’ önemli ölçüde orada tanıdığımı da söyleyebilirim. Unutamadığım bir anım vardır ki; çalıştığımız iş yerinde çok neşeli şakacı bir işçi arkadaşımız vardı. Polat’ı da çok sever ona sürekli takılırdı. Bir gün Polat yaptığı işe kendini o kadar kaptırmıştı ki işçi arkadaş ona bir şaka yapmak istemişti. Sigarasını Polat’ın iş için giydiği çizmenin içine attı. Kısa bir süre sonra Polat’ın ayağı yandı tabi. Herkes gülmeye başlayınca acısını bir kenara bırakarak Polat’da onlara katıldı. Bu şakacı işçi arkadaşın bazen yersiz onlarca şakasına Polat bir kere bile olumsuz bir yanıt vermedi. Sınıfsal kinini hiç bir şekilde bir başkasına yöneltmezdi. Hiç bir zaman sesini yükseltmedi. O’nun sabrını ve geniş yüreğini ilk orada tanımıştım.

Gençliğimiz de birlikte geçmişti Polat’la. Yakın köyler ve akrabalıklarımız vardı. Bütün oyunlarda çok başarılıydı. Özellikle çok iyi futbol oynardı ve hangi takıma gideceği hep tartışma konusu olurdu. Hatta kavgalar bile çıkardı.

Uzun yıllar önce yine bir ocak ayında onunla ilgili unutamadığım bir anım daha olmuştu. Kar öyle yağıyordu ki boyumuzu aşıyordu. Sobamız evin içinde harıl harıl yanıyordu. Kardeşimle evdeydik. Birden kapı çaldı. Gecenin üçünde Polat gelmişti. Ona nasıl cesaret ettiğini sordum o da “hiç bir şeyden korkmam” demişti gülerek. Ben de öyle mi dedim ve iki tane örgü şişini kaptım. Sobaya soktum, ateş gibi olduktan sonra yere yatırdım ve” cesaretin varsa şişi üzerinde gezdireceğim” dedim Önce “tamam” dedi ama korkutmak için yaptığımı biliyordu. Ama ben ciddiyetimi koruyarak harekete geçtiğimde, bizim dilimizle “ allah aşkına dur deli misin” diyerek yerden kalktı.

1985’in Ocak ayında Polat can yoldaşı Tuncay Çarkçıoğlu’yla birlikte yine tutsak düşmüştü. Bu tutsaklık çok uzun sürmemişti ama aralıklarla sık sık içeri giriyordu. Tahliye olduğu gün onunla görüştüğümde kullandığı ilk söz “bir daha içeri düşmemek için elimden geleni yapacağım” olmuştu. Kendisine kızıyordu, dikkat etmediğini düşünüyordu. Gerçekten de elinden geleni yaptı. Ondan artık daha az haber alıyordum. Bir haber almıştım, Yunanistan’daydı ve yoldaşlarının “Murat”ıydı. Öğrencilik yıllarında onu Sağcan Ağa diye bilirdik. Sonra bir haber daha aldım ki Dersim’de partinin ve yoldaşlarının Kazım’ı olmuştu.

Ama yine de bütün bunlara rağmen 1996 yılının Nisan ayında ne yazık ki tekrar tutsak düşmüştü. Tutsaklığı bu kez de uzun sürmedi. Kanserle giriştiği mücadelesini 1997 yılında kaybetti ve aramızdan ayrıldı. Hapishanede o yaşamını yitirirken can yoldaşları Nergiz Gülmez ve diğer yoldaşları Faşist T.C’nin mahkemelerinde ellerindeki kan tüplerini hakime ve salona atarak onları protesto etmişlerdi.  Ölümden sonra Sarıgazi’de şehitliğe defnedilirken tüm yoldaşları ve devrimci dostları oradaydı.

Faşist T.C böyle bir katılım karşısında nasıl bir tutum sergileyeceğini şaşırmıştı. Acze düşerek tek çareyi kitleye saldırmakta buldu. Birçok insan yaralanmıştı.

Bütün bunlara rağmen onu son gününde büyük bir hüzünle ama gururla toprağa verdik. Polat yoldaş; “bizler bir gün önde oluruz bir gün geride bu saflarda, ancak Proletarya Partisi hep en önde olacaktır. Ben ölsem de bayrağımız Dersim dağlarında dalgalanacaktır” derdi.

Bir bülten okuru

Bir cevap yaz