Ölümün kucağında zaferi muştulamak.
İstanbul’da şehir askeri faaliyeti yürütürken partisinin çağrısını hiç tereddütsüz kabul ederek 1991 yılında özlemini duyduğu dağlarının kartalı oldu Hıdır Doğan. 6 Haziran 1992 yılında Dersim’de çıkan çatışmada toprağa düşen Hıdır Doğan yoldaşlarının ve Hozat halkının hazırlamış olduğu görkemli cenaze töreniyle güneşe uğurlandı. Cenaze günü kepenk indiren esnaf devletin tüm baskılarına rağmen cenazeye eksiksiz katıldı.
Haziran’da ölmek zor diyorlar. Oysa ne kolay ölünüyor Haziranlarda. Ölümlerin ağırlığı ve zorluğu ideallere bağlıdır. Ölümler var umutsuzluk aşılar, ölümler var umut aşılar. Anlatacağım ölüm umut eken, coşku veren ve kin bileyen ölümdür. Hıdır Doğan (Cengiz) yoldaşın ölümü yüce bir ölümdür. Bir geleneğin sürdürücüsü, yaşatıcısıdır o.
Mayıs’ın Haziran’a devrildiği ve sarı sıcağın ortalığı ateşe verdiği günde yani Haziran’ın dördündeydik ve ağacın dallarında tomurcuklar patlamaya hazırdı. Toprak ananın cömertliğinde biz çocuklar gibi sevinçliydik, sıralar halinde yürüyüşteydik. Sarı sıcağın altında ormanın bittiği çıplak bir vadide kan ter içindeydik. Kayaların gölgesine attık kendimizi. Bir süre daldık hülyalara sonra, her birimiz en tatlı yerinde nöbetçi yoldaşın uyandırmasıyla kalktık, akşam yemeğine oturduk. Soğan kırdık, çökelek sardık ve çay yudumladık. Yarenlik ettik bir süre. Çıkınlarımızı bağladık, doğrulup ayağa kalktık, çevreyi gözden geçirdik, yönümüzü belirledik. Birerli sıralar halindeydik ve uçar adımdık. Toplam beş candık. Ve biz bu sayıyla bir gerilla birliği değildik. Keşif yapmak için birliğimizden tam on beş gün önce ayrılmıştık ve yoldaşlarımızı özlemiştik, yeniden birlik olmak için ayaklarımızın altından akan toprak, toprak ve topraktı. Birerli yürüyüşümüzde savunma mesafeli ve birbirimizi kollama vaziyetinde üç saati iki saate sığdırarak karanlıktan önce mezraya vardık. Kerpiç evlerin önünde oynayan çocuklar, ağıla giden kadınlar, kağnıyı onaran erkekler gurbetten gelen bir yakını gibi karşıladılar bizi. Zaman dar, zaman insafsızdı ve biz ayrılmak zorundaydık bu hasret çeşnisinden. Yeniden görüşmek üzere kavilleştik.
Ekmek, yağ, çökelek, çay doldurdular çıkınlarımıza ve düştük yollara sırtlıklarımızı kuşanarak.
Karar vermede tereddüte yer yoktu…
Şimşek çaktı, kılıç gibi gökyüzü ve yağmur boşandı. Yağmura inat mola vermedik. Yükümüz ağırlaştı yağmur tüm hırçınlığıyla boşandı, dinmek bilmiyordu. Bir süre yolu kaybettik. Bazen patikayı bulduk bazen kaybettik derken tümden kaybettik ve hedeflediğimiz konaklama yerine zamanında yetişememe kaygısı içimize sindi ve bulunduğumuz arazi hiç de konaklamaya elverişli değildi. Karanlığı yaran şafakla vardık bir köye ve yağmur bir saat olmuştu duralı, artık patikayı kaybetmek olası değildi. Köye girmeden gayet temkinli bir şekilde boydan boya adımladık patikayı, vardık bir ormanın kıyısına, sıska ve küçük dalların altında mola verdik. Kimimiz kuru dallar topladık kimimiz ateş yaktık. Birimiz çayı sürdü ateşin üstüne, ıslak elbiselerimizi kurulamaya durduk. Ancak her ne hikmetse bir nöbetçi çıkarmayı
Bir ara üstümüzdeki kayalıklarda gezinen düşman güçlerini fark ettim. Beynim zonkladı. Şimşekler çaktı gözlerimde, yüreğim sıkıştı. Kendimizi ateşin yanındaki taşın dibine attık, ancak silahlarımız 3—4 metre uzakta kalmıştı. Komutanımız bir kaplan çevikliğiyle atladı, aldı silahını. Ben ve arkamda Cengiz (Hıdır Doğan) silahsızdık. Onun düşmana karşılık vermesini fırsat bilerek Cengiz yoldaşın silahını aldım ve kendisine fırlattım.
Bu arada Ünal silahını almıştı. Bu kez Cengiz’in salvo atışıyla silahıma kavuştum. Yerime ulaşınca toplu şekilde düşmanın üzerine kurşun yağdırdık. Her şey an meselesiydi. Kurşun bir yanlışı affetmiyordu. Karar vermede tereddüde yer yoktu.
Geri çekilmeye başladık. Ateş hattında temkinli ve soğukkanlı davrandık geri çekilirken. Düşmanın attığı bombalar önümde büyük gürültülerle patlıyordu. Şarapnel parçaları üstüme yağıyordu. Başım kanlar içinde kaldı. Sürünerek Cengiz’in yanına sokuldum. Cengiz bo-ğazındaki yazmayı çıkarıp yüzümü sildi sonra elimi sardı. Ve ısrarla kendilerini bırakıp uzaklaşmamı söyledi. Bu ısrarı yerine getirmedim. Bu arada ikinci bir gürültü koptu ve komutanımız yara aldı Ormana çekilmemiz için yarı çıplak bir alandan geçmemiz gerekiyordu. Dördümüzden ikisi yaralıydı. Vurulma ihtimalimiz çok yüksekti. Komutana durumu rapor ettim. Komutanın “Herkes olduğu yerde konumlansın” deyişi bize sıcak bir güven verdi. Sonra “bir üçgen kuracağız herkes bu üçgenin bir kenarını koruyacak” diye ekledi. Çatışma tüm canlılığı ile devam ediyordu. Dereye giden Canan’dan umudu kestik.
Yoldaşlarımızdan böyle öğrenmiştik…
Saat 6.00′da başlayan çatışma kesintisiz iki buçuk saattir devam ediyordu.
Mermilerimizi idareli kullanmamız gerekiyordu. Herkes kendi inisiyatifini kullanacaktı. Bu esnada bağrışmalar oldu düşman safında. Komutanları şöyle diyordu; “Ulan … çocuğu kim sana dur dedi. Bilmiyor musun komutun vur olduğunu. Asker yalvaran bir sesle “ama komutanım uyumuştu” demesine rağmen. Bu son söz kalbime bıçak gibi saplandı. Demek ki Cengiz’i, o korkusuz dağ kartalını, bana sen geri çekil diyen yoldaşımı… Komutan şehit düşen Cengiz’in mevzisine geçip silahını ve cephanesini almayı düşündü. Ve bana bunun için düşmanı sindirecek şekilde ateş etmemi istedi. Benim ateş etmeme rağmen düşman da olayı tahmin etmiş olacak ki Cengiz’in bulunduğu noktayı çok kötü şekilde MG3 makinalı tüfeğiyle dövüp duruyordu. Düşman öğleden sonra birkaç deneme daha yaptı, bize yaklaşmak istedi fakat hiç birinde başarılı olamadı. Saat 3.30 gibi Ünal mevzisine isabet eden bir roketle iki yerinden yaralandı. Akşamın yaklaşmasıyla yaşama olan inancım yavaş yavaş artmaya başladı. TİKKO gerillasının her şart altında bu gelenek ve değerlere sahip çıkacağına dair içtiği anda bağlı kalması gerekiyordu.
Bazen bu değerlerin bedeli ölüm bile olsa. Yoldaşlarımızdan böyle öğrenmiştik. Geleneklerimizin değerlerimizin iyi bir koruyucusu olmak istiyordum. Daha 6-7 saat önce en ağır bedeli ödeyerek şehitler kervanına katılan Cengiz böyle yapmamış mıydı? Çatışmada tek kolu kopan Şefik Karaağaç tek koluyla büyük kayıplar verdirmemiş miydi? Şehitler kervanına böyle katılmamış mıydı? Düşmandaki sinmeyi ve gerilemeyi gördükten sonra bir gerillanın susmayan silahının gücünü daha iyi kavrıyordum. Silahın arkasındaki davasına, halkına, partisine inançla, bilinçle bağlı bir gerilla olursa bu silahın yenemeyeceği hiç bir güç yoktur.Saat 18.00 sıraları boynumdan yara aldım. Saat: 19.40-20.00 sıraları düşman geri çekilmeye başladı. Artık kavratmıştık bizleri teslim alamayacağını, yenemeyeceğini. Verdiği kayıpların daha çok artmasından korktuğu için geceleyin daha büyük saldırılarda bulunacağımızdan korktuğu için geri çekildi. Ve yenilgiyi kabullenmişti. Çünkü 14 saattir 32 havan, 50′den fazla bomba ve roket kullanmıştı. Birçok lav atışı eşliğinde makinalı tüfekle binlerce mermiyle bizim mevzile-rimize saldırmıştı.
Biz 20.20′ye kadar bekledikten sonra şehit düşen Cengiz’in üzerindeki cephane ve silahını alıp alnına kondurduğumuz öpücük, içimize attığımız kin ve gözyaşlarıyla uzaklaştık…