|

VARTİNİK KIVILCIMINI YANGINA ÇEVİRECEĞİZ!-I-

İlk buluşma…

Bu röportajın ilk planlamasının yapıldığı andan itibaren içimi coşkun bir heyecan kaplamıştı. İptal olma kaygısı ise her şey netleşene kadar sürdü. Şimdi ise gerillaya doğru ilerliyordum kuryeyle birlikte. İnsan çok istediği bir şeye yaklaştıkça içinde bir eksiklik olacağına dair bir his uyanır. Bende de öyleydi. Şimdi buluşmaya az bir süre kalmışken, bir şey olacak, ellerim boş dönecekmişim gibi geliyordu.

Heyecanla kuryemi izliyor, içimi kemiren “daha ne kadar kaldı?” sorusunu sormamak için kendimi yiyordum. O dikkatini dışarıya vermişti ve benim bu dikkati dağıtmamam gerekiyordu. Bir süre sonra yavaşladık, şimdi etrafımıza dikkatle bakıyoruz. Bakıyoruz ifadesi benim durumumu ifade etmiyor, aslında gördüğüm sadece karanlık çünkü. Duyduğum ise sadece kalbimin sesi. Etraf mı çok sessiz yoksa kalbim mi çok gürültü yapıyor? Neden sonra karanlığın içinden bize doğru bir hareket sezinliyoruz. İşte o an, gerillayla ilk buluşma anımız. Kısa, sade bir tokalaşma, içten bir merhaba. Bu kısa selamlaşmanın ardından vakit kaybetmeden kurye ile vedalaşıyoruz. Onun işi buraya kadar, görevini yaptı ve gidiyor. Kuryeden ayrıldıktan sonra arazinin içine doğru dalıyoruz.

İlk başta sadece bir gerilla varken ilerde bu sayı artıyor. Grubun geri kalanı uygun bir yerde konumlanmış bizi bekliyor. Hepsi ile kucaklaşıyorum, biliyorum bu ilk buluşmanın tadı başka türlü çıkmaz çünkü. Yine sessiziz ama bu sefer hemen hareket etmiyoruz. Önce oturup genel bir açıklama yapılıyor, yine üzerimdeki eşyalar ve ihtiyaçlar soruluyor. Yürüyüş boyunca ve mola sürelerinde uymam gereken kurallar, gideceğimiz güzergâha dair genel bilgilenme ve karşılaşacağım zorluklar anlatılıyor genel hatlarıyla. Ayrıca bir gerilla benden yol boyunca sorumlu olacak. Yine önümde ve arkamda hangi gerillaların yürüyeceği konusunda bilgilendiriliyorum. Olası bir ayrı düşme anında nasıl hareket etmem gerektiğini konuşuyoruz. Belirtilen her şeyi “anladım” diyerek karşılıyorum. Bizi engelleyecek bir şey yok ve yürüyüşe başlıyoruz. İlk adımlardan sonra “karanlık” benim için sorun oluyor, gerçekte bilerek değil, tahmin ederek ve daha çok diğerlerinin yardımıyla ilerliyorum. Karanlığa alışmak zor geliyor ve aklımda bir sürü şey; karanlıkta gerilla birliğini kaybedeceğimi değil, bunu nasıl açıklayacağımı düşünüyorum; “Hava o kadar karanlıktı ki…” Peki, sen gerillanın aydınlıkta hareket edemediğini bilmiyor muydun? Kendi kendime gülüyorum. Neyse ki sadece ben onları değil, onlar da beni kolluyor. Zorlandığım yerde bir el, yön tarif eden ya da önümdeki engele dair uyarıcı bir ses, işimi daha kolay hale getiriyor. Her adımda biraz daha alışıyorum, dağlarda, gerillanın yürüyüş kolunda, rahatım…

Dağlarda olmak, ayrı bir duygu… Şehir yaşıma ait olan hiçbir şey yok burada; elektrik, asfalt, araç gürültüsü, betonarme yapılar vs. İnsan kalabalığından ise eser yok, küçük bir gerilla birliği, engin bir coğrafyanın ortasında, yamaçlardan, kayalıklardan, dağ eteklerinden, dere yataklarından geçerek ilerliyor. Belki köy ışıkları veya bunun işareti olan köpek havlamaları… Fakat daha fazlası değil.

Doğanın ortasında, bu sessizliğin içinde yol almak, farklı bir duygu. Fakat bu kendi başına dağlarla ilgili değil. Toplum yaşamının getirdiği yorgunluktan, yoğunluktan kopmak, kendi ile baş başa kalmak için insanoğlunun en gözde tercihlerindendir dağlara, kırlara çekilmek. Bir inziva hali değil, belki bir piknik bile böyledir. Bir günlüğüne bile olsa kaçmak, o kalabalıktan, kendinle ve yakınlarınla baş başa kalabilmek. Ancak hissettiğim böylesi bir kaçış hali değil, bana bu duyguyu yaşatan kendi başına dağlar değil. Dağlar besleyip büyüttüğü, koruyup kolladığı asileriyle anılır ülkemde. Dağ deyince sakıncalı bir kelime, bir parola anlaşılır sanki.

Şimdi benim içimdeki duygunun kaynağı da burada gizli. Bir kaçış değil bu, dinlenmek ya da düşünmek için toplumdan, şehir yaşamından bir soyutlanma değil. Bir piknik günü veya “saklı cennetleri” keşfi için bir yolculuk değil. Aksine toplumun bağrına dalabilmek, şehirlere akabilmek için bir tercih. Kaçmak ya da inzivaya çekilmek, kapitalist sistemin ezdiği bireye, post-modernizmin dayattığı bir tercihtir. Burjuva sistemin ezdiği birey çareyi “insan eli değmemiş” doğaya yolculukta bulur. Emperyalist-kapitalizmin kendi kölelik düzenine alternatif olarak sunduğu “özgürlük” en fazla budur, onda her şeyin alternatifi bulunur! Fakat sistemin sunduğu bir tercihle değil kendi tercihinle burada olmak, sistemi yıkmak için dağlara çıkmak, sunulmuş bir “özgürlüğü” almak için değil özgürlüğü kazanmak için dağlarda olmak… Ülkemde dağlara rengini veren budur.

Yolda yürürken en çok zorlayan, patikayı bulmak oluyor. Patikadan çıktığını anlamak kolay oluyor. Çünkü arazi hemen engebeli bir hal alıyor, düşmek işten bile değil. Patikayı bulana kadar ise neredeyse kalkmak mümkün olmuyor! İlk mola yerine vardığımızda dizlerim, ayaklarım isyan etmek üzere, sınırlarımı bulduğumu düşünüyorum ister istemez. Bilmiyorum henüz, sonraki yürüyüşler çok daha zorlu olacak. Ve ben sınırlarımı yeniden ve yeniden test edeceğim.

İlk mola yerine vardığımızda bir gerilla “bir buçuk saat” yürüdüğümüzü söylüyor, herkesten önce davranıp “çabuk gelmişiz” diyorum. Bu cevap beraberinde gülüşmeleri getiriyor. Ve ben ancak ondan sonra pot kırdığımı fark ediyorum. İlk kez yürüdüğüm yolu erken ya da geç katettiğimizi nasıl fark edebilirim. Fakat benim de haklı yanlarım var; bunca yorgunluk ve bunca yürüyüşün hesabı en az beş saattir diye düşünüyorum çünkü.

Bu yolculuğumuz sırasında kırdığım tek pot değil bu. Yürüyüş sırasında habire derelerin üzerinden geçiyoruz. Ben bir taraftan her seferinde suya ve çamura basıp diğer taraftan da Dersim’e yapılacak olan onca barajın nasıl dolacağını anladığımı düşünüyorum. Tabi bu yargımı mola sırasında gerilla birliği ile de paylaşıyorum. Fakat bu sefer de bahsettiğim “derelerin” de tek dere olduğunu yani her seferinde aynı derenin suyunda yunduğumu fark ediyorum. Aynı suda değil ama, Heraklitos rahat uyusun!

Yolculuk sırasında gerillalardan yaşamları, faaliyetleri üzerine bilgi alıyorum. Kitle ile ilişkiler, düşmanın yönelimi, alandaki diğer örgütlerle (PKK, MKP) ilişkiler, gerilla yaşamının koşulları, zorlukları… Aklıma gelen her soruyu soruyorum. İllegalite alanına girmediği ölçüde her soruya cevap alıyorum. Tabi gerilla yaşamını öğrenmek için sadece sorular yok beynimde, yaşamın içinde gözlemleyerek ve katılarak da öğreniyorum. Bazen ise sorularımın cevabını pratiğin kendisi veriyor. Bir keresinde konaklama yerlerinin her zaman düz mü olduğunu, konaklama yerlerini seçerken buna dikkat edip etmediklerini soruyorum. Cevap “hayır” oluyor ama ayrıntılar ertesi gece geliyor. Yattığımız yerin yamaç olması uyumayı zorlaştırıyor. Gece her uyandığımda yastık olarak kullandığım çantamın benden yarım metre yukarda kaldığını görüyorum.

Belki ben kendimi en zoruna hazırladığımdan, belki de hep zorluklarıyla anlatıldığından (belki her ikisi birden) gerilla yaşamına dair karşılaştığım tablo beklediğimden daha “rahat” oluyor. Elbette bu yaşamın kendine özgü zorlukları var, her şeyden önce yoğun bir emek istiyor. Bu sadece uzun yürüyüşler, ağır işler, ağır yükler açısından yani sadece kol emeği ile ilgili değil, bir bu kadar da zor olan kafa emeği ile de ilgili. Genellikle ilkinin öne çıktığı doğrudur. Fakat bunun bir savaş olduğu, bir düşmana sahip olunduğu, kitlelerin örgütlenmesi ve savaştırılmasının zorunluluğu bilince çıkarılırsa düşünsel emeğin yeri daha iyi anlaşılacaktır. Bu durum kendini sadece savaş, düşman, kitle gerçekliği ya da bunların toplamı olan faaliyetin planlanmasında değil, günlük yaşamın en pratik şekilde halledilmesinde ayrıntılara hakim olunma çabasında da gösteriyor. Karşılaştığında hangisi daha zor diye tereddüt ediyor insan; düşünsel emek mi, fiziksel emek mi? Sanıyorum ilki daha zordur. Çünkü halk, genel kullandığımız tabirle emekçi sınıflar; emeğe, fiziksel emeğe yabancı değiller ve bu onların savaşı. Ancak düşünme hakkı elinden alınmış, düşünmemeye alıştırılmış, düşünmesi suç sayılmış bir halkın gerçekliğinde düşünsel emek daha zor gelecektir.

Halk savaşının birey üzerindeki dönüştürücü etkilerinden birinin de bu alanda olduğunu söylemek yanlış olmaz. Sömürücü egemenlerin kasalarını dolduran emeğin şimdi bireyin dâhil olduğu sınıfın geleceği için o oranda bireyin kendisi için harcaması, düşünmemeye, verileni kabullenmeye alışmış bir beynin şimdi bu savaşın içinde ve savaş için her şeyi sorgulaması… Emeğin her anlamda yoğunlaşması, işte gerilla yaşamına damgasına vuran bu oluyor.

Birkaç günlük yürüyüşten sonra ana karargâha ulaşıyoruz. Bu geçen birkaç gün içinde belli yönleriyle alışıyorum “gerilla usulü seyahate”. En azından daha az düşüyor ve karanlıkta daha iyi görmeye başlıyorum.

Karargâh oldukça yoğun. Bunun nedeni üslenim dönemi içinde olunması. Bir süredir yapılan hazırlıklar kış üsleniminin başarılı bir şekilde gerçekleştirilmesi için. Bahar ve sonbahar dönemleri aynı zamanda savaşın hareketlendiği dönemler. Bu sadece gerilla açısından değil düşman açısından da böyle. Genel olarak bakıldığında düşman operasyonlarının bu süreçte yoğunlaştığı görülebilir. Gerillanın bunun hesabını yaparak hareket ettiğini söylemek gereksiz olacaktır. Savaşın sadece kendi gücünü örgütleyerek değil aynı zamanda karşıtının örgütlenmelerini darbeleyerek ve/veya boşa çıkarılarak kazanılacağı biliniyor.

Düşman operasyonlarının bu süreçlerde yoğunlaşmasının genel imha amacının dışında bir nedeni de bahar ve sonbaharın yeni faaliyet süreçlerinin başlangıcı olması. Bahar aylarında alınacak bir darbe; yaz faaliyetini, sonbaharda alınacak bir darbe; kış sürecini etkileyecek boyutta. Bu elbette düşmanın yılın herhangi bir günü bile saldırmaktan, bir başka ifade ile düşmanlıktan vazgeçtiği anlamına gelmiyor. Gerilla bunu biliyor ve yaşamı buna göre örgütlüyor. Güvenlik sorunu bu nedenle en başta geliyor. Düşman hareketliliğini izlemek ve olası bir operasyona öncelikli cevap vermek için savunma ve saldırı birlikleri çıkarılıyor. Bunun dışında günlük nöbet ve keşif faaliyetleri tavizsiz sürdürülüyor.

Gerillanın doğa ile mücadelesi sadece dört mevsimin getirdikleri veya coğrafya ile sınırlı değil. Bunların kendi başına ne kadar uğraştırdığını söylemeye gerek yok elbette. Fakat bir de bunun dışında doğal yaşamın paylaşıldığı canlılar var; ayılar, sincaplar, fareler… Ayılar depoların yeminli düşmanları gibi. Önceki yıllarda birçok depo ayılar tarafından patlatılmış, yiyecek maddeleri telef olmuş. Bulunduğum süreç içerisinde ayılarla karşılaşmadım. Bunun en önemli nedeni gerillanın bu konuda aldığı önlemler. Bu önlemler sayesinde ayılara “haraç” verilmesine gerek kalmıyor. Sincaplar ayılara göre kuşkusuz daha sevimli ve daha zararsızlar. Onların benim şahit olduğum en büyük zararı, barınak süreci için toplanmış koca bir çuval dolusu cevizi sistemli bir faaliyetle yuvalarına taşımış olmaları. Asıl komik olan ise çuvalda kalan cevizlerin sadece çürük olanlar olmaları. Anlaşılacağı gibi emeklerini hiç boşa harcamamışlar ve “usta gözlemleri” sayesinde sadece sağlam olanları almışlar. Farelere gelince, onların asıl marifetlerine barınak sürecinde şahit olacağım. Sincaplar kadar sevimli, ayılar kadar iri olmadığı halde farelerin hatırı sayılır bir faaliyetleri var. Barınak süreci için depolanmış makarna ve nohudun “farelerin depolarına” taşındığı fark edilince hesapları buna göre yeniden yapmak gerekiyor tayin edici bir kayıp değil tabi ki.

Karargâha ulaştıktan sonra barınak çalışmaları için belirlenen grup da yola çıkıyor, kalanlar ise güvenlik grupları dışında depo faaliyetleri ile ilgilenecek olanlar ve bir de beklenen eylem grubu. Gerilla yaz sürecini başarılı bir eylemle sonuçlandırmak istiyor. Yaz sürecinde önceki süreçlere göre daha fazla eylem yapılmış. Bu alanda yoğunlaşma daha fazla artırılmış. Beklenen grubun yaptığı bu eylem düşmanla işbirliği yapan Hakkı Balık adındaki unsura yönelik, eylemin haberini elbette grup karargâha gelince öğreneceğiz. Eylemin hedefinde olan bu unsur, düşmanın ihalelerinden nasiplenen, aldığı yemliğin karşılığını ise sahip olduğu ekonomik gücü de kullanarak düşmanın ajan-işbirlikçilik çalışmalarına destek vererek sürdürerek görüyor. Eylem oldukça cüretli, zira gerillanın inisiyatif sahip olduğu kırlık bölgede değil düşmanın inisiyatif sahibi olduğu Hozat ilçesinde yapılıyor. Düşmanın daha da çok TİKKO’nun bombasından nasiplenen Hakkı Balık isimli işbirlikçi unsurun yaşadığı panik gerilla birliğinin getirdiği haberler arasında.

Bombanın düşman tarafından fark edilip patlatılması eylemin askeri anlamda başarısını gölgeliyor. Ancak eylemin hedefi ve yapıldığı yer açısından bakılırsa politik etkisi önemli boyutta. Cesaretini düşmanın gölgesine sığınarak kazanan bu unsur, ajan-işbirlikçilik ağının yaygınlaşmasında önemli bir yerde duruyor, dolayısı ile eylem sadece bu unsura değil onun şahsında düşmanın bu politikasına da yönelik.

Ajan-işbirlikçilik çalışması gerilla savaşının sürdüğü her alanda olduğu gibi Dersim’de de düşmanın halka yönelik saldırılarının başında geliyor. Bu saldırı ilk izlenimde basit gibi gelebilir, ancak kapsamı geniş, çok yönlü bir politika. Esas olarak ise TC devletinin değil, Pentagon’un buluşlarından. Zira biliniyor ki Amerika emperyalizmi, işgal için gittiği yerlerde ya da yerli uşakları aracılığıyla, devrimci savaşlara karşı uygun politikalar geliştirmiştir. Nedir bu politikaların amaçları? Elbette en başta fırsatını bulduğunda imha etmek için gerillaya yönelmek. Fakat sadece bu değil, gerillanın hareket tarzını çözümlemek, ilişkilerini, kitle çalışmasının hedeflerini açığa çıkarmak. Böylece gerilla üzerinde inisiyatif sahibi olmak. Öte yandan bu politikaların bir de kitle ayağı var ki bu da ilki kadar tehlikeli. Kitle içinde çeşitli sorunları kullanarak provokasyon ya da söylentiler yayma yoluyla güvensizlik yaratmak. Böylece kitlenin bir araya gelmesini, ortak iş yapmasını, kısacası örgütlenmesini engellemek. Bu güvensizlik kitle aracılığı ile gerillaya yansıdığında, halk ile gerilla arasına görünmez bir duvarın örülmesi işten bile değil. Böylece düşman, gerillanın varlık zeminine saldırmış oluyor; kitleden kopan gerilla savaşı başarısızlığa uğramaya mahkûmdur.

Proletarya Partisi’nin kitle çalışmasındaki gündemlerinden biri, doğal olarak düşmanın bu politikasına yönelik yaratılmaya çalışılan güvensizlik ortamını göze alarak kitleden kopma anlayışı kesinlikle mahkûm ediliyor. Bu politikayı boşa çıkarmak için kitleden kopmak değil aksine kitle ile bağları güçlendirmek temel anlayış durumunda. Bu noktada kitlede düşman bilincini geliştirecek çalışmalar yapılıyor. Bunun yanında düşmana dolaylı da olsa hizmet edenlere yönelik başlıca politika; geri kazanma üzerine şekilleniyor. Elbette bunun sınırları var, ajanlığı açığa çıkmış, düşmanla işbirliğinde ısrar eden, daha da önemlisi halkın ve gerillanın kanına girmiş unsurların cezası ölüm olarak ilan edilmiş durumda. Hakkı Balık adındaki düşman işbirlikçisi unsuruna yönelik eylem, TKP/ML’nin bu konudaki genel politikasının somut bir uygulamasıdır.

Her ne kadar askeri açıdan istenilen başarı sağlanmamış olsa da eylemin yapılışındaki cüret ve sahip olunan ısrar, başarısızlığı başarıya dönüştürecek niteliğe sahip. Ki TİKKO’nun bu konularda geçmişten günümüze ulaşan sicilinin oldukça parlak olduğu bilinen bir gerçektir.

Öte yandan askeri açıdan istenilen sonuçlara ulaşılmasa da, dönemin bir eylem ile kapatılmasının gerilla birliği ve kitlede ayrı bir heyecan yarattığını söylemek gerekir. Elbette düşman ve işbirlikçileri açısından yaşanan “heyecan”ı da hesaba katmak gerekir.

Gerilla bu dönemi askeri açıdan önceki yıllara göre daha hareketli geçirmiş. Ki bu durum yayınlara da yansımıştır. Yapılan askeri eylemler, askeri niteliğin yükseltilmesi, bu konudaki görevlerin yerine getirilmesinin yanında bölgedeki ve genel kitlenin beklentilerinin karşılanması açısından önemli bir yerde duruyor.

Bu konuda beklentilerimizden biri HPG güçleri ile ortak eylem yapılmasının kitleye yansıması oluyor. Genel kitlede sürekli olarak HPG güçleriyle hareket edildiği gibi bir izlenim olduğunu söylüyorum. Oysa hem benim gördüklerim, hem de anlatılanlar böyle bir durumun olmadığı yönünde. HPG ile olan ilişkinin aynı alanda faaliyet yürüten iki dost gücün ilişkisinden daha ileride olduğunu söylemek gerekir. Ancak bu ilişkinin esasını belirleyen TC devletine karşı uzun yıllar savaş yürütmüş, bu konuda önemli başarılar ve başarısızlıklar yaşamış bu gücün deneyimlerinden öğrenme yönünde. Yine somut olarak alanın ve alanda düşman yöneliminin daha iyi anlaşılması meselesi de bunun içinde. Geçmiş dönemde yapılan ortak askeri eylemlilikler bu askeri deneyimin alınması çabasının bir ürünü. Ki bu çabanın HPG güçleri tarafından karşılığını bulduğunu söylemek gerekir.

Ancak bu ilişkinin TİKKO’nun bağımsız hareketini engelleyecek bir niteliği yok. Her iki örgüt de bu anlamda berrak bir anlayışa sahip. Öte yandan TİKKO gerillalarının alandaki hareket tarzının merkezinde kitle çalışmasının olması askeri eylemlerinin yanı sıra önceliklerinin buna göre şekillenmesi sürekli ortak bir hareketi engeller durumda. Ki iki örgütün temel farkları böyle bir şeyi daha en başından geçersiz ve gereksiz kılıyor.

Bu dönem yapılan askeri eylemlere de bakıldığında var olan ilişkinin düzeyi daha doğru bir şekilde anlaşılabilir. Geçen dönemin başında aynı alanda bulunan HPG ve TİKKO gerillaları düşmana karşı ortak bir eylem gerçekleştirmiş ve düşman operasyonunu geri püskürtmüşlerdir. Yaz dönemi faaliyetinde ise TİKKO tarafından başka eylemler ve eylem girişimleri söz konusu. Bulunduğu bölgede ajan-işbirlikçilik çalışmalarının ve fuhuş-uyuşturucu gibi yozlaştırma yönlü politikaların merkezinde bulunan Peyik Karakolu’na yönelik saldırı ile köylülerin tepkisini çeken ve eylemlerinin konusu olan bir baz istasyonuna yönelik bombalama eylemi bunlardan. Bu diziyi en son yukarıda bahsettiğimiz Hakkı Balık isimli işbirlikçi unsura yönelik saldırı oluşturuyor.

Askeri eylemlerin daha da artırılması, askerileşme düzeyinin yükseltilmesi gerillanın hedefleri arasında. Bu alanda giderek yoğunlaşan kitle faaliyetinin olmazsa olmaz parçası olarak anılıyor askeri eylemler. Elbette yürütülen bir savaş olduğuna göre askerileşmek kaçınılmaz bir ihtiyaç, hatta zorunluluktur.

Barınak süreci öncesinde yeni gerillaların eğitimi de önemli bir yerde duruyor. TİKKO’nun niceliksel varlığının her sene giderek artırılması, görevlerin her geçen gün daha nitelikli olarak ele alınmasının olmazsa olmaz parçası durumunda. Sınıf mücadelesinin genel ihtiyaçlarının yanında, alanda genişleyen ve giderek yoğunlaşan kitle çalışmasının ihtiyacının karşılanması, TİKKO’nun niceliğinin yanı sıra niteliğinin yükselmesi ile ilgili ideolojik-politik ve belli düzeyde askeri eğitim esas olarak barınak sürecinde yoğunlaşıyor. Ancak askeri eğitimin esası pratik süreçle karşılanıyor. Bu da doğal elbette ki; savaş en çok savaşın içinde, onun yakıcı pratiğinde öğrenilebilir.

Yeni savaşçılar, gerillaya katılımının pratik süreç içerisinde olmamasından dolayı, kendilerini doğrudan “eğitim sürecinin” içinde buluyorlar. Bu koşullarda verilen ilk eğitim, silah söküp takmanın yanı sıra diğer askeri malzemelerin kullanılması ve korunması üzerine oluyor. Yine gece yürüyüşleri, yürüyüş kolu eğitimi, arazi bilgisi bu süreçte veriliyor.

Barınak süreci öncesinde ise eğitim koşullarının uygun olmasından dolayı yeni savaşçılar daha bütünlüklü bir eğitimden geçiriliyor. Eğitimin önemli bir kısmı pratik süreç içinde kazanılan deneyimlerden edinildiği için belki biraz “sıradan” geçiyor. Elbette “sıradanlık”tan kastımız önemsizlik değil. Pratik süreç içerisinde deneyim elde edilse de, eğitimler yeni baştan öğretiliyormuş gibi ciddiyetle ele alınıyor. Eğitimin asıl heyecanlı ve keyifli kısmı ise sonradan geliyor. Yeni gerillanın süründüğünü, mevzilendiğini, kimi zaman takla attıklarını ve dengelerini ölçmek için kendi etrafında döndükten sonra sabit bir hedefe nişan almaya çalıştıklarını görmek işin keyifli kısmı oluyor. Heyecan verici olan ise atış talimini izlemek oluyor. Ben izlerken heyecanlandığıma göre, gerillaların durumunu tahmin bile edemiyorum. O an cansız bir hedefe ateş edenler, savaşın içinde canlı hedeflere, düşmana yönlendirecekler namlularını. Burada okuyucunun özellikle merak ettiğini düşündüğüm bir şeyi belirteyim, eğitimde sıkılan kurşunlar çoğunlukla hedefi buluyor. Hedefi bulmayan az sayıda kurşunun hedefe gönderilmesi ise zaman meselesi. Güçlü bir pratiğin en iyi eğitim olacağı gerillanın bilincinde. Her yeni gelenin, birlik içinde ayrı bir coşku yarattığını söylemek gerekir. Daha öncede söylediğim gibi bu, faaliyetin nicelik ve nitelik olarak artırılması demek. Düşmana daha fazla yönelmek yeni faaliyet alanlarına açılıp daha geniş bir kitleyle kucaklaşmak demek. Bu durum üzerine konuşurken Barbara’nın bir sözünü hatırlatıp bunu duyurmamı istiyorlar; “Dağlarda hepiniz için mevzi hazırlayacağız!” Evet yıllarca önce Barbara’nın seslendiği gibi sesleniyorlar ve savaşa çağırıyorlar. Yeni katılacak olan her gerilla yeni bir mevzi, daha güçlü bir savaş demek. Ve yeni gelen ve alanda ustalaşma çabası veren her gerillanın gözünde savaşı büyütme, sorumluluk alma kararlılığının olduğunu söylemem gerekiyor.

Barınağa hazırlık süreci aynı zamanda emek yoğun bir süreç. Hoş gerillanın her pratiğinin böyle olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Ancak barınağa hazırlık bu açıdan ayrı bir yerde duruyor. Depolar açılıp kapanıyor. Tonlarca malzeme barınağa doğru sırtlarda yola çıkıyor. Dahası bahar süreci olası bir durum için hazırlık yapılıyor. Düz yollardan değil sarp yamaçlardan, nehirlerden geçiliyor. Kimi zaman yağmur bindiriyor, kimi zaman yakıcı güneşin altında ilerleniyor. Onca git-gel arasında değişmeyen tek şey ağırlığı ortalama 25-30 kg. bulan yük oluyor. Kimi zaman erzak, kimi zaman askeri malzemeler ve kiminde de kitap-kırtasiye malzemeleri… Söylemek gerekir ki gerillanın bu yükü taşımasında etkili sadece fiziksel gücü değil bundan daha çok moral gücü, motivasyonu oluyor. Bu anlamda yük taşıma işinin keyifli ve neşeli geçtiğini söyleyebiliriz. Fiziksel zorlukların üstesinden moral gücü ile geliyor gerillalar… Bu sürecin keyifli geçmesinin sebeplerinden biri de bazen “kazayla” patlayan çuvallar, paketler oluyor. Bunlardan ise barınak için alınmış bir “askeri malzeme” sınıfına giren çerezler, çikolatalar vs. çıkıyor. Ve bir kez ortaya çıktığında bunların tadına bakmak değil asıl bakmamak kuralsızlık sayılıyor gerillada. Sanıyorum komutanlık malzeme alımında “bu konuları” hesaba katıyordur.

İşin aslına gelirsek sadece bu türden malzemeler değil birçok malzeme yeniden çuvallanmak, paketlenmek kısacası korunmak zorunda kalıyor. Yani kazalar sadece çerez, çikolata gibi “askeri malzemelerin” başına gelmiyor. Her malzeme için bir fitrelik miktar söz konusu. Çünkü her birinin zor şartlarda elde edildiği ve bunun hakkını verecek tarzda korunması gerektiği biliniyor.

Zamanı gelince barınağa doğru yola çıktığımızda yolun zorluğunu daha iyi anlıyorum. Üstelik benim sırtımda sadece kendime ait eşyalarım var. Israr etmeme rağmen taşıttırmıyorlar. Yolu gördüğümde eğer daha fazla yüküm olsaydı nasıl hareket edeceğim düşüncesi aklımdan geçmiyor değil, yine de yapmanın bir yolunu bulurdum sanırım.

Bazen öyle kayalık yerlerden geçiyoruz ki, birkaç metrelik patikaya bile düz yola çıkmış hissine kapılıyorsunuz. Kimi zaman yolun bittiğini düşünüyorum. Kayalar önümüzde bir dik duvar gibi uzanıyor ya da inişe izin vermeyen bir uçurumun önünde buluyorum kendimi. Ama hemen peşinden yolun devam ettiğini görüyorum, gerilla yolu kolaylaştırıyor, aşılmazı aşılır hale getiriyor. Hiç kaza olmuyor değil, ben ufak tefek şeylerle karşılaştım ama çok daha ciddi kazaların ucuz atlatıldığını anlatılanlardan çıkarıyorum. Daha dikkatli olmaktan başka çıkar yolu yok gerillanın. Yine yapılması gerek bir iş var ve yapmak için önlerine çıkan bütün fiziksel zorlukları aşmak gerekiyor.

Barınağa uzun bir yürüyüşün ardından varıyoruz. Bir gerilla gözü ile nasıl bakılır bilmiyorum ama benim için beklenmedik bir yer oluyor. Doğa, coğrafya bir yanda olduğu gibi duruyor, fakat diğer taraftan yaklaştığınızda fark edebiliyorsunuz. Küçük girişi özenle kamufle edilmiş çünkü. Bu giriş kapısının önünde bir heyecana kapılıyorum, farklı bir dünyaya adım atacakmışım gibi. Barınak yaşantısının yanı sıra barınağın yapısına dair de birçok soru sormuştum gerillalara, şimdi verilen cevapların karşılığını almaya geldim. Önümdeki ayları burada geçireceğimi düşünmek bir taraftan da ürpertmiyor değil, en azından yalnız olmayacağımı bilmek güzel!

Biz barınağa yaklaştığımızda barınaktakiler bizi karşılamak için dışarı çıkıyorlar. Nöbetçi bizi çok daha önceden görüp içeriye seslenmiş, bu ilk karşılaşmada bir nevi yeniden misafir durumuna geçiyorum. Bir süre önce bizden ayrılmış barınak süreci ekibi şimdi tekrar karşımda. Hepsi ile tek tek selamlaşıp hal hatır soruyorum. Haftalarca süren yorucu çalışmadan çıkmış hepsi, teker teker kutluyorum.

Barınağın içi anlatılan onca şeye rağmen yepyeni bir dünya gerçekten. İnsan yaratıcılığının yansıdığı başka bir alan olan F tiplerinde kalmış bir devrimci anlatmıştı; tutsakların tecrit koşullarına karşı sosyal yaşamı sürdürmek için buldukları yöntemleri gören bir gardiyanın “bunların hepsi mucit mucit” diyerek yorumda bulunduğunu. Barınağı gördüğümde benim aklıma gelen de bu hikâye oluyor. İnsanoğlunun bin yıllardan bu yana geliştirdiği yaratıcılık bu! Sadece mühendislikle alakalı değil, sanatsal bir şeyler de var bunda. Mimarinin içinde sanatsal bir şeyler barındırması yadırganamaz sanırım. Elbette karşımda duran ülkemizde gördüğümüz şekilsiz betonarme yapılardan biri değil, fakat mevcut coğrafi koşullarda onlardan çok daha konforlu geldiği kesin! Okur belki bu durumu abarttığımı düşünecektir fakat öyle olmadığını iddia edebilirim. Kim bilir belki devrimden sonra hatta belki çok daha öncesinde gerillanın kış barınakları halkın ziyaretine açılacak müzeler haline getirilir. Bu devrim için harcanan emeğin hepsini değil ama en azından bir parçasını onlarca kitaptan sayfalarca yazıdan çok daha iyi anlatacaktır.

Yoğun bir emek ve kafa yoruş sonucu ortaya çıkan bu barınağın gerillanın esprisine konu olması kaçınılmaz elbette. Daha barınak gurubu yola çıkmadan kalanlar barınağın “mütteahitliğinden” sorumlu gerillaya “malzemeden çalmaması” yönlü telkinlerde bulunup gülüyorlardı. Barınağa gelindiğinde de yapılan ilk kontroller malzeme üzerine oluyor. Yine yapım sürecine ait hikâyeler, eğri bir kürek sapı ile toprak atmanın zorlukları ya da kazma işlemi sırasında bir kayaya denk gelindiğinde işin başındaki gerilla “iki saat verin” diyor iki saat geldiğinde ise “bana iki gün verin” diyor.

Barınağın ilk günleri yerleşme çabası ve genel düzenlemeye son rötuşların verilmesi ile geçiyor. Sonra yavaş yavaş duruluyor ortalık. Alan önderliği tarafından belirlenen eğitim programı, gerilla bileşeninin tartışmasına sunulup görüş ve öneriler alınıyor. Mümkün olan her konuda genelin görüşlerinin alınmasına, demokratik bir tartışma süreci işletilmesine özel bir önem veriliyor burada. Var olanı fikir-alışverişi ile zenginleştirmek, öte yandan yapılmak istenilenin niteliğinin kavranmasını sağlamak açısından bu gerekli görülüyor. Yine kampın iç örgütlenmesini gerçekleştirmek için görev önerileri alınıp, görevlendirmeler yapılıyor.

Gerillalar felsefeyi sır olmaktan çıkartıyor

Kampın resmi açılışı kültür komisyonun düzenlediği bir etkinlikle yapılıyor. Marş, türkü ve şiirler yankılanıyor barınağın içinde, yani gerillalardan sesi güzel olanlar keşfedilip sesi kötü olanlara türkü söylemek yasaklanıyor(!) Gerillalar gayet keyifli, şimdi önlerinde politik çalışmalara yoğunlaşacakları bir çalışma var. Barınak süreci boyunca, sonraki dönemin faaliyetine daha güçlü başlamak için hazırlık yapacaklar. En sonunda ilk çalışmanın saati vuruyor, bütün gerillalar çalışma salonu olarak kullanılan bölümdeler, ben de aralarında yerimi alıyorum. Bundan sonraki dönemde çalışmalara ortak olacağım, kimi zaman sorular, kimi zaman cevaplarla fikir alış-verişinde bulunacağım onlarla.

İlk ders “diyalektik” oluyor. Diyalektik, sadece genel anlamıyla Marksist felsefi bir yaklaşım olarak, teorik boyutuyla işlenmiyor, aksine içinde Marksizm’in ruhuna uygun olarak pratik üzerinde tartışılıyor. Teori pratiğin içine yedirilmeye çalışıyor. Bu derste bütün çaba “felsefeyi bir sır olmaktan çıkarmak” üzerine şekilleniyor. “Çelişki yasası”, “zıtların birliği ve mücadelesi” soyut teorik çıkarsamalar olarak değil, askeri çalışmaların, kitle faaliyetinin, eleştiri-özeleştirinin canlı örnekleri ile anlatılıyor. Ve her tartışmanın içinde diyalektik bir yaklaşım geliştirilmeye çalışılıyor. Sadece pratikler değil düşünce yapısı da Marksist diyalektiğin mihenk taşında sınanıyor. Tartışmalar oldukça canlı geçiyor. Gerillalar verilen örneklerle yetinmeden kendi örnekleri ile katılıyorlar çalışmalara. Daha da önemlisi bir dersin konusu olarak kalmıyor, bundan sonra yapılacak birçok çalışmada yürütülen birçok tartışmada diyalektik yöntem, düşünme tarzı gündeme getiriliyor. Böylece bu temel çalışma konusu süreklileştirilerek yaşamın içine yedirilmeye çalışılıyor. Yöntem sorununu çözmek, diyalektik materyalist yöntemi kavrayıp uygulama becerisine sahip olmak temel bir öneme sahip kuşkusuz. Daha da önemlisi onu soyut teorik tartışmalardan çıkarıp pratiğin içinde tartışmak… Gerilla bunu yapma çabasıyla gelişiminin dinamiğini güçlendirmeye çalışıyor.

Kamp boyunca süren çalışmaların bir başka önemli gündemini ise ideolojik çalışmalar oluşturuyor. Esas olarak eleştiri-özeleştiri çalışmalarında, fakat kimi zaman kültürel dejenerasyon sorunu incelenirken, kimi zaman faaliyet üzerine yapılan değerlendirmelerde ideolojik mücadele çalışmanın esasına oturtuluyor. Başkan Mao’nun sözleriyle “burjuvazinin bulaştırdığı hastalıklar” olarak mahkum ediliyor. Hata ve zaafların temelindeki düşünüş tarzı, pratik sonuç ve yansımaları ve bunların toplumsal temelleri ortaya serilerek nasıl giderileceği üzerine tartışmalar yürütülüyor.

Teorik ve pratik boyutuyla halk savaşı, emperyalizmin krizi, ulusal sorun ve Ulusal Hareketin içinde bulunduğu yönelim vb. birçok teorik ve politik konu barınak süreci boyunca süren çalışmalara konu ediliyor. Yine kitle çalışması, bunun savaşın mevcut durumunda aldığı biçim, yöntemler, araçlar vb. sorunlar masaya yatırılıyor. Askeri faaliyetler inceleniyor. Günün ve geçmişin deneyimlerinden ve yine ülkemizde PKK’nin yürüttüğü gerilla savaşının, dünyada ise diğer Maoist partilerin yürüttüğü halk savaşlarının deneyimleri inceleme konusu yapılıyor. Kısacası sadece kendi pratiklerinden değil olabilecek en zengin deneyimlerden faydalanılmaya ve bunlardan pratiği güçlendirecek sonuçlar çıkarılmaya çalışılıyor.

Askeri eğitimlerin pratik boyutları da var elbette. Barınak sürecinde bunlar esas olarak ağır silahların tanıtılması boyutuyla yapılıyor. Yine sabotaj eğitimleri, askeri çalışmanın önemli bir parçası… Sabotaj eğitimlerinin ilk pratik sonuçları geçen yaz döneminde yapılan eylemlerle görüldü. Bu eylemler tekrar değerlendirme konusu yapılıp çıkarılan sonuçlar deneyime dönüştürülmeye çalışıldı. Örneğin patlamayan bir bomba tekrar yapılıp sorun açığa çıkarılıyor. Bu çalışmanın daha çok sabotajcılar boyutuyla keyifli geçen bir yanı daha var; pratik eğitim. Elbette kimse barınağın içinde ya da çevresinde düşman için yaptığı bombaları patlatmıyor! Ama çok daha düşük miktarları yani sadece ses çıkarmak için yapılanlar patlayabiliyor. Kimi zaman oturduğunuz yerde, kimi zaman bastığınız yerde, kimi zaman ise uzaktan kumanda ile tencerenin kapağını kaldırdığınız zaman ya da elinize aldığınız çuval patlatılıyor. Bu pratiklerden kimseye zarar gelmiyor elbette, üstelik deneyim kazanılması açısından, sınırlı fakat yararlı pratikler. En ciddi “zarar” bombanın içine konulmuş bir parça unla, hedefin beyaza bulanması oluyor ki bu zarar gülerek karşılanıyor. Tabi çoğu zaman hedef açısından değil!? Ben bu çalışmalarda hiç hedef durumuna düşürülmedim ve çoğu zaman “halka zarar vermeme” anlayışına uygun olarak önceden uyarıldım. Gerillanın içinde olsam da sivil olma özelliğim olduğu gibi duruyordu ne de olsa!

Barınak sürecinde düzenli olarak alınan toplantılardan biri de eleştiri-özeleştiri oluyor. Bu gündem pratik süreçte de düzenli olarak ele alınıyor. Hatalarından öğrenme, bunların üzerine gitme anlayışını esas alan gerilla, eleştiri-özeleştiriye ayrı bir önem veriyor.

Bu süreçte bir başka faaliyet ise kültür komisyonunun örgütlediği etkinlikler. Tarihsel günlerde yapılan anma etkinliklerinin yanı sıra ortak iş yapma anlayışıyla kültürel etkinlikler düzenleniyor. Türkü ve şiirlerin yanı sıra skeç ve oyunlar da sergiliyor gerillalar. Burada izlediğim skeçlerden biri fareler üzerine keyifli bir skeçti. Bu hayvanların verdiği zarara daha önce değinmiştim. Barınağın içini ve dahası erzakları paylaştığımız bu hayvanlar, gerillanın skecine konu oluyor doğal olarak. Fakat tüm bunlarda eleştirel yan eksik edilmiyor. Ki ancak böylece sanatsal alan politikleşebiliyor.

Barınak süreci boyunca keyifli bir hava hakim gerillaya. Barınak “altyapısında” çıkan kimi arızaların aldığı zaman dışında eğitimler aksamadan sürdürülüyor. Bu eğitimlerin belirlenmiş birkaç kişi tarafından değil, tüm gerilla birliği tarafından verildiğini söylemek gerekiyor. Yeni ya da eski her gerilla eğitim çalışmalarında görev alıyor. Bugün öğrenenken yarın öğreten oluyor. Bu durum gerillanın “komutanlar savaşçılara, savaşçılar savaşçılara, savaşçılar komutanlara öğretecek” anlayışına uygun bir örgütlenme. Öte yandan temel vurgu “önce öğrenci olabilme” üzerine. Çünkü öğrenci olmayan, halktan öğrenemez ve halktan öğrenemeyen cahil kalır! Temel anlayış bu!

Halka gitme, kitleleri örgütleme gerillanın ana gündemi diyebiliriz. Eğitim çalışmalarında işlenen her konu kitle faaliyetinin bir parçası olarak ele alınıyor. Teorik politik ya da askeri bu hiç fark etmiyor. Teorik bir konunun kitlelere nasıl anlatılabileceği ya da askeri bir çalışmanın kitle faaliyetine sunacağı hizmet… Kısacası bütün çalışmanın merkezinde kitleler, kitleleri örgütlemek bulunuyor. Yeni gerillalar bu duruma şöyle diyorlar; “Aşağıda kitleler yanı başımızda oldukları halde yeterince gitmiyor, onları tartışmıyor, ilişkilerimizi geliştirmiyorduk. Burada ise kitlelere ulaşmak için kitle ile bağlarımızı geliştirip güçlendirmenin yollarını arıyoruz.” Savaş daha doğrusu Halk Savaşı, kendine uygun şekillenişi dayatıyor. Buna uyma zorunluluğunu koşuyor özcesi. Kitleleri dışında tutan, onları örgütleme ihtiyacı gütmeyen bir gerilla savaşının başarısızlığa mahkum olduğunu Proletarya Partisi kendi tarihsel deneyimlerinden biliyor. Ki bunun dünyada sayısız örneği var.

1 Cevap için “VARTİNİK KIVILCIMINI YANGINA ÇEVİRECEĞİZ!-I-”

  1. pirsultan diyor ki:

    Bölüm 2

    - 2009 yılı faaliyetinize ilişkin bize neler söyleyebilirsiniz?

    Siyasi Komiser; Devrimci ve komünistlerin faaliyetlerinin; başarı ya da başarısızlığını değerlendirmede, dünyada, ülkede ve faaliyet yürütülen alanda ki gelişmeleri ne oranda kavrayabildikleri önemli bir yerde durur. Buralardaki ekonomik, siyasal, sosyal gelişmeler dönemsel politikamızı, yönelimimizi belir ler. Bu noktada Partimizin 8. Konferansı, hem parti bütünümüz açısından hem de alanımız açısından bir yönelim çizmişti. Ve bu yönelimin alanlarda özgünleştirilmesi, zenginleştirilmesi konusunda alan ön derlikleri önemli görevler yüklenmişti. Buradan hareket etmeye çalıştık. 2009 dönemi politikalarımız, 8. Konferans kararlarını kavramaya dönük tartışmalar, 2008 dönemi kitle faaliyetimizin değerlendirmeleri, dünyada ve ülkemizde yaşanan gelişmeler üzerinden şekillendi.

    Faaliyete başlamadan önce ülke ve dünya gündeminde yaşanan önemli gelişmeleri kamp döneminde takip etmeye çalıştık. Gerilla alanında birçok gelişmeyi, özellikle kış döneminde sınırlı olanaklar içinde takip etmek bir dezavantaj yaratır. Bu dezavantaj ancak faaliyet içinde genel politikanın özgünlüklerle beslenmesiyle boşa çıkarılabilir. Bunu hesaba katmaya çalıştık. Hatırlarsanız, gündem oldukçada yoğun seçimleri ve Barak Hüseyin Obama’nın şaşaalı “çıkışı”, 29 Mart yerel seçimleri, PKK’ye yönelik tasfiye saldırıları ve PKK’nin eylemsizlik süreci, Ergenekon tartışmaları, Dersim, Şırnak, Amed’de belli yerlerin askeri bölge ilan edilmesi…

    Sonra bölgede yaşananlar… Az önce bahsettiği miz gündemlerin bölgedeki etkilerinin dışında, böl gede yaşananlar kış boyunca merakla bilgilenmeyi beklediğimiz ve yorumlamaya çalıştığımız şeylerdi. Bu bahsini ettiğimiz gündemlerin bölgeye yansımalarıyla beraber 2009 faaliyetimizin politik içeriğinden bahsedelim.

    Emperyalizmin yaşadığı küresel krizden bahset tik. Sonradan takip edebildiğimiz kadarıyla, siz de gazetenizde bu sürece ilişkin kapsamlı değerlendir melere yer vermiştiniz. Ki halen ülke ve dünya gün deminde olan bu krize dair çok şey yazılıp çiziliyor. Bizim krizin bölgeye yansımalarına değinmemiz ye terli olacaktır.

    Bölgede köylülüğün temel geçim kaynağı hayvan cılık, özel olarak da küçükbaş hayvancılıktır. Zorun lu göçler ve köy yakmalardan sonra, nüfusla paralel hayvancılık oranında da ciddi düşüşler yaşandı. Dü zelteyim, nüfusla paralel demek eksik olacaktır. Göç ettirilenlerin bir kısmının hayvanları, köyleri ile bir likte yakılırken kalanlarsa hayvanlarını ya tamamen ya da kısmen satmak zorunda kaldı. Çünkü küçükbaş hayvancılık yaylacılığın temelidir. Yaylalarsa gerillanın geri arazi olarak tanımladığı yüksek yerlere kurulur. Bölgeyi insansızlaştırmanın en pervasız saldı rısı olan köy boşaltmalar, bu gün uygulanmasa da, yayla yasakları o gün bugündür devlet tarafından resmi ya da gayri resmi olarak uy gulanmakta. Bu yıl olduğu gibi geçen yıl da Genelkurmayın bölgeyi askeri bölge ilanından sonra, yayla yasaklarının kapsamı daha da genişledi.

    Bunun sonucu olarak hayvancılık bölgede ciddi bir çıkmaza sokulmakta, hayvanlarını tüccara satan köylü ya borçlu olduğu için ya da parasını tüccardan alamadığı için daha büyük bir çıkmaza girmektedir. Ne büyük şehri tercih edebilmekte, ne de köyünde hayvancılık yapabilmektedir. Tam bir dar boğaz… Tüm bunların üzerine, bu dönemde birçok köylü da ha hayvanlarını satmak zorunda kaldı. Onları tüccarın insafına bırakan yayla yasaklarına ekonomik kriz eklendi. Sürekli borçlanan köylü tüccarın kapısını, bu tüccarlarsa büyük tüccarların kapısını çalmaktadır. Marks kapitalizmi anlatırken herkesin herkesle savaşından bahseder… Tam da böyle bir şey… Herkesin herkese borçlu olduğu bir süreç yani… Ancak Dersimli köylüler bu saldırıların kapsamını yeterince görememekte. Birinci muhatabı tüccarlarla çaresiz kovalamacalar içinde sürüklenmektedir. Devletin yayla yasaklarına, krizin bölgeye yansımalarına, tüccar sö mürüsüne karşı ekonomik-demokratik bir tepki koymaktan uzaklar. Dağınık ve örgütsüz yapıları ile karınlarını doyurmaya çalışmaktalar. Yaşamlarının merkezinde bu ekonomik çelişkiler yasaniyor olmasına rağmen ciddi bir kanıksama var. Bu meseleleri A/P faaliyetlerimizde işlemeye çalıştık. Ancak bölge köylerinde daha tali olan gündemler daha çok tartı şılmakta. Mesela PKK’nin son eylemsizlik kararıyla beraber, demokratik açılım süreci, yerel seçimler… Tabi bu durumu olumsuzladığımız anlaşılmamalıdır. Halkın politik gündeme ilgisi bilakis çok gerekli bir şeydir. Ancak eksik kalan temel meselelerin olmayı şıdır. Yalnız Dersim halkının değil, ülke halkımızın ka rakteri ve tabi esasta egemenlerin dezenformasyo-nun sonucu, ekonomik değil politik gündemler daha çok tartışılmakta. Bu da onları asıl örgütleyeceğimiz ekonomik çelişkiler zeminini zayıflatmaktadır. Bunla rı öngördük. A/P faaliyetimizde de gündemleştirdik ancak zayıf kaldığımızı söyleyebiliriz.

    - Yerel seçimler döneminde yine kış kampınızdaydınız sanırım. Ancak sonrasında Dersim kitlesinin nabzını tutabilmişsinizdir. Neler söyleyebilirsiniz bu konuda?

    - Yerel seçimlerde AKP’nin Dersim’deki ‘beyaz eşya’ saldırısını, kışın radyodan takip edebildik. Daha kamptan çıkmadan bu konuyu ajitasyon-propaganda gündemlerimizin başına koymuştuk.

    Dersim, Amed ve Batman, yerel seçimler döneminde AKP’nin özel ilgi alanına giren illerdi. Bunlar AKP’nin Kürt halkına ve PKK’ye karşı yürüttüğü saldırıların seçim dönemindeki manevrasıydı. T. Kürdistanı’nda alınacak bu iller, Kürtlerin iradesini temsiliyette önemli bir yerde duruyordu. Devletin ırkçı şoven ideolojisinden beslenen liberal İslamcı-faşist parti AKP’nin, buralardaki beyaz eşya dağıtım kampanyası, çaresizlik içindeki bir çırpınışın son hamleleriydi.

    Nihayetinde bu illeri ciddi farklarla kaybeden AKP, iyi bir Kürt sillesi yemişti. Pratiğe çıktığımızda bu saldırının olumsuz etkileriyle ve bu saldırıya dönük olumlu tepkilerle karşılaştık. Daha canlı ajitasyon-propaganda yapma olanaklarını kullanmaya çalıştık. Dersim’de AKP’nin seçim saldırısı yalnızca beyaz eşya dağıtımı ile sınırlı değildi. Bundan daha kapsamlı bir saldırısı da ha vardı. Yerel uzantılar… Ulusal, kültürel, sınıfsal değerlerini yitirmiş, kendini üç-beş kuruşa pazarlayan ama bununla beraber aşiret ilişkilerinde etkili olan unsurların aday gösterilmesi, kapı kapı dolaştırılması, hala ciddi etkileri olan aşiret ilişkileri üzerinden göz ardı edilmemesi gereken bir etki yarattı. AKP burada teşhir olmuş bir düzen partisidir. Ancak bazı köylerde şaşırtı cı sayıda oylar çıktı. Bu meseleyi özel olarak incelemeye çalışırken, bir yan dan da AKP’nin ve adaylarının teşhiri ne yoğunlaşmaya çalıştık. Oy verenler­le yürüttüğümüz tartışmalarda, “Biz AKP’yi biliyoruz, AKP için oy kullan madık, adaya kullandık” yanıtlarıyla karşılaştık. Bu yanıt bahsini ettiğimiz akraba-aşiret ilişkilerinin sonucuydu. Fakat beyaz eşya için oy verenler de vardı. Dersim büyük şehirde DTP ada yı Edibe Şahin’in alması bir kazanım-ken, faşist düzen partilerinin özel ola rak da AKP’nin bölgedeki politikalarını ve Dersimlilerin bundan etkilenme dü zeyini gözden kaçırmamak gerekir Biz de bu temelde, seçim tarihi geçmiş de olsa sonuçları üzerinden bu meseleleri gündemimize aldık.

    - Peki demokratik açılım tartış malarının en yoğun olduğu yaz dö neminde, Dersimli köylülerin tepki leri nasıldı?

    - Devletin Kürt ulusunu, ulusal ha reketi ve Türkiyeli tüm emekçileri he def alan “Kürt açılımı” ile başlayan “demokratik açılım” ve “milli birlik açı lımı” olarak devam eden saldırıları, di yebiliriz ki yazın en çok gündem olan konulardan biriydi. Bunun birçok ne deni var. Konu, önemi itibarıyla devle tin ve burjuva medyanın aracılığı ile adım adım kamuoyuna yansıtıldı. Tüm halkımızın, özel olarak da T. Kürdista-nı halkının gündemine girmesinde; yıl lardır süren bir savaşın bitmesine, so runun çözümüne duyulan özlem var dır. Dersimliler için de böyledir. Böl gede PKK’nin, partimizin ve diğer dost örgütlerin yürüttükleri gerilla savaşının kesintisiz tanığı, dayanağı olan Dersim lilerin tepkileri incelenmelidir. Köylü ler bir yandan PKK’nin tutumunu, bir yandan bizim tavrımızı öğrenmeye ça lışıyordu. Devletin Kürt sorununu çözme çabasına aldanan, PKK’nin adım atmasını isteyen, PKK’nin kısa vadede sunduklarıysa, kesinlikle PKK’nin si lahların zoruyla aldığı küçük tavizler dir. Bu tavizlerin, PKK’yi ve savaşını tasfiye etmede şekere bulandırılmış kurşun olduğunu bölge halkı da gördü. Şunu unutmayalım ki, ülkemiz ege menleri ne zamanki demokrasiden bahsetmişse, o zaman hak gaspları art mıştır. Ne zaman barış demişlerse, operasyonlar hızlanmıştır. Yazın süreç aynen böyle işledi. Geçen yaz yaptığımız kitle çalışmalarımızda bolca tartıştığımız bu sorun, görünen o ki bu yıl da tartışılmaya devam edecek. Bu yönüyle Dersimlinin silahlı mücadele, gerilla savaşı konusundaki bilincini bulandıran bu saldırıyı, tersinden güçlü bir gerilla savaşı çağrısına dönüştürmeye devam edeceğiz. Bu bilinçle Temmuz 2009′da yaptığımız Hozat-Peyik (Çağlarca) Karakolu’na yönelik saldırı eyle mimiz önemli bir politik mesaj niteli ğindeydi.

    Bunlar dışında, dönem boyunca kit le faaliyetimizde gündem olan konular; devletin ajan ve işbirlikçilik saldırıları, bilinçsiz ve kâr amaçlı orman kesimle ri, köylülerin kendi aralarında yaşanan sorunların nedeni olan yabancılaşma, birlik olamama, kültürel yozlaşma, böl gede yapımı hızla süren barajlar oldu.

    Faaliyetimizin olduğu alanlarda, bu konularda kitle toplantılarına ağırlık verdik. Birebir ve örgütleme perspek tifinden uzak olan bir kitle çalışmasın dan güçlü bir kopuş yakalamada, top­lantılarımız önemli bir yerde durmak tadır. Hedefimiz, köylüleri toplayıp sı nırlı bir A/P yapmak değildi tabi. Müm kün olduğunca onları toplantıların öz nesi yapmaya, inisiyatiflerini açığa çıkarmaya çalıştık. Bilinçsiz ve kâr amaç lı orman kesimleri ve ajan-işbirlikçilik tüm alanlarımızda toplantılar yaptığı mız temel gündemler oldu. Az önce bahsettiğimiz gündemlerin dışında, köylülerin yaşadığı çeşitli sosyal sorun ların çözümüne yönelik toplantılar da düzenledik. Köylülerin, sorunlarının çözümünde gerillayı güç görmeye de vam etmesi önemlidir. Ancak tehlikeli bir yanılgıyı da getirebilir. Tartışılan, çözümü zorlanan sorunlar, eğer köylüleri örgütlemeye hizmet et miyorsa, gerilla da çözümde yal nız kendi öz gücüne, otoritesine güveniyorsa sorun var demektir. Yıllar öce yoldaşlarımızın ve dostları mızın müdahale edip çözüme bağladığı birçok sorunun tekrar bize gelmesi bundandır. Köylüler sorun yaşar, geril la gelir tartıştırır, bir karar alır, köylü-lerse buna uymak zorundadır. Sonra gerilla barınağa çekildiğinde ya da faali yeti kesintiye uğradığında sil baştan olur. Biz köylülerin kendi sorunla rını çözmede ancak yol gösterici, kendi güçlerinin farkına varmala rında bilinç taşıyıcı, onları hare kete geçirici olmalıyız. Halkın yaşa mındaki temel sorunların çözümünün sahibinin kendilerinin olduğunu kavra tıp onları buna inandırıp ikna edemedi ğimizde bir halkı kurtuluş davasının sa hibi yapamayız. Köylülerin adım adım Demokratik Halk Devrimi’nde örgüt lenmesi ancak böyle mümkündür. De dim ya köylülerden gelen sorunları bu çerçevede ele almaya çalıştık.

    - 2009 kitle faaliyetinizin en önemli başarısı ve en önemli başarı sızlığı nedir desek bize kısaca ne söyleyebilirsiniz?

    Birçok konuda başarı ve başarı sızlıklarımız var. Ama faaliyetimizin sü-reklileşmeye ve yaygınlaşmaya başla masını en önemli başarımız olarak sa yabiliriz. Faaliyetimizin niteliği ve nice ligindeki gelişimden bahsettiğimiz anla şılmalıdır. Başarısızlığımızsa… Henüz bir örgütlenme yaratamamış olmamız dır. Kitlelere gitmek kolaydır, aslolan örgütleme konusundaki adımlardır. Bu konudaki başarısızlıklarımızı bu yıl çok tartıştık. Ve açık tartışılmasını da sa kıncalı görmüyoruz. Çünkü başarısız lıklar cesur tartışmaların içinde başarı ya doğru evrilir.

    - 2009-2010 kış dönemi çalışma larınız için ne diyebilirsiniz?

    Kamplarımız, kış koşullarının ve düşmanın saldırılarına karşı savunma nın zorunluluğundan çıkan çalışmaya-yaşam alanlarımızdır. Ancak bununla sı nırlı bir işlev vermenin ne derece yan lış olduğunu, yanlış hatırlamıyorsam geçen yılki söyleşinizde de konuşmuş tuk. Kış kamplarımız aynı zamanda ide-olojik-politik eğitim kamplarımızdır. Buradan hareketle, kamp isimlendir memizi geçen yıl değiştirmiştik. Kamp larımızı “geçici kış üssü” olarak değil, “eğitim ve üslenim kampı” olarak isim lendirme kararı almıştık. Bu biçimsel bir adlandırma sorunu değil, nasıl bir işlev vereceğinizle ilgili bir şeydir. Bu arada kampımızı, 27 Mayıs 2007′de Çemişgezek Uskex’de şehit düşen Hı-dır Oğur ve Mahmut Polat’a atfettik. İki yıldır daha da geliştirmeye çalıştığı mız panomuzu ise, Nisan 2009′da, İs tanbul Bostancı’da bir çatışmada saygı değer bir direnişle şehit düşen Orhan Yılmazkaya’ya atfettik.

    - Peki, neden Hıdır Oğur-Mahmut Polat ve Orhan Yılmazkaya?

    - Hıdır, Mahmut, Orhan… Onları ortaklaştıran onlarca şey sayabiliriz. Ama bunlardan en önemlisi onların direnişleridir. Devrim ve sosyalizm davasına inancın, bunun yegane aracı olan silahlı mücadelenin, tasfiyecilik saldırılarına en çok maruz kaldığı bir çağdayız. Tabi sorun bununla bitmiyor, saldırılar kadar etkilenme düzeyi de çok yüksek. Devrim ve sosyalizme, silahlı mücadelenin zaferine karşı inancın, sempatinin güçlendiği ya da zayıfladığı dönemler kendi militan kişiliklerini, eylem tarzla rını da yaratır. Ülkemiz devrimci hare ketinin yaklaşık son on yılının bu konu da önemli oranda bir gerileme yaşadığı ortadadır. Devletin emekçilere ve ön cülerine saldırılarının niteliğinde, niceli ğinde bir azalma yok. Ama ne emekçi ler ne de öncüleri, güçlü bir karşı ko-yuş direniş örgütleyememektedir. Emekçilere ve öncülerine yönelen on larca saldırı sessiz sedasız karşılanmak ta… İşte böyle bir ortamda, bazı dire nişler tüm dikkatleri toplar ve işaret olurlar. Tıpkı Hıdır gibi, Mahmut gibi, Orhan gibi… Onlar dağdan ve şehir den atılan işaret fişeğiydiler.

    Unutturulmaya, silikleştirilmeye çalışılan örnek direniş geleneğimize, onların saye sinde bir kez daha dikkatlerimizi topla dık. Bu iki direnişin bölge halkı üzerinde önemli etkileri oldu. Bir amcanın Orhan Yılmazkaya’nın ardından sarf ettiği sözler anlatılmaya değerdir. Biz bu dire­nişin propagandasını bitirip sözü amcaya veriyoruz, “Şehirler yıllardır böyle bir babayiğitliğe hasretti. Tek başına meydan okudu köpeklere, canlı canlı izledik tele vizyondan. Hakkını verdi ölümün de di renişin de, valla biz çok sevindik. Mahir ler, ibrahimler geldi aklımıza.”

    Dersimli, direnişin de ihanetin de en koyusunu görmüş yaşamıştır. Unutmaz direnenlerini ve önünde saygıyla eğilme sini bilir. Tabi bir de hesap sorulmasını ister. Hıdırlar için de böyle… Hala anla tılır. Yani bu üç isim, devrimci ve komü nistlerin bilincinde olduğu kadar, halkımı zın bilincinde de bir etki yarattı. Amacı mız bu etkiyi güçlendirmek, onları anmak ve sahiplenmektir.

    - Söz kamp çalışmalarınızdan açılmışken neler tartıştınız, nelere yoğunlaştınız?

    - Öncelikle diyebilirim ki her yıl daha gelişkin bir çalışma programı çıkarıyoruz ve her yıl daha verimli geçiyor.

    Eğitimlerde şiarımız, yine “her bir pratiği eğitime çevir, her eğitimi pratiğe geçir” oldu. Bu yıl tüm gerilla birliği ile aldığımız teorik-politik eğitimlerimizin konularını sadeleştirdik. Daha çok pratik faaliyette ihtiyaç olan konuları tercih ettik. Hazırladığımız taslak tüm birliğin önerileriyle geliştirildi. Sonra tüm konular oluşturulan gruplara dağıtıldı. Yani parti komitemizin denetiminde hazırlığı ve sunumu yapılan çalışmalarda, yine her yoldaş hem öğretmen hem öğrenci oldu. Oldukça da canlı geçtiğini söyleyebilirim. Teorik-politik eğitimlerimizin ana konuları, diyalektik ve tarihsel materyalizm, halk savaşı ve gerilla savaşı ve de kültürel dejenerasyondu. Bunlar içinde öne çıkardığımızsa kültürel dejenerasyondu. Burjuva-feodal sistemin topluma yönelik dejenere etme saldırıları, bunun devrimci ve komünist saflara yansıması… Daha somut olarak alanımıza yansımaları… İdeolojik tartış malarımızı içimize yönelterek, küçük burjuva özelliklerimize, alışkanlıklarımıza köklü bir savaş açmaya çalıştık.

    Faaliyet değerlendirme toplantılarımızı bu yıl bir buçuk aya yaydık ve her faaliyetin değerlendirmesini eğitime çevirdik. Askeri eğitimlerimizde ise, yine ihtiyaç duyduğumuz konuları pratiğimiz üzerinden tartıştık. Pratikten kopuk, pratiğe yanıt vermeyen konulardan mümkün olduğunca uzak durduk, işlenen tüm konuların da pratikle bağını kurduk. Bu yılki çalışmalarımız dan şunu bir kez daha gördük; güçlü bir pratik güçlü bir eğitimi-teoriyi geti riyor. Örneğin kitle faaliyetimizdeki, as keri faaliyetimizdeki genişleme ve geliş me üzerinden daha gelişmiş bir eğitim yapma olanağı bulduk. Bundan sonrası ise daha güçlü bir pratik olacaktır.

    Haftalık haber-gündem tartışmalarımız, yine politik çalışmalarımızın bir parçası olarak kamp boyunca düzenli aldığımız çalışmalardan oldu.

    Bu yılki çalışmalarımızda, verimi artırmak için yöntemsel-biçimsel yeniliklere de ihtiyaç duyduk. Yaşamın ayrıntılarında henüz savaşın renginin olmadığı, sivilize alışkanlıklarımıza da müdahale etmeye çalıştık. Mesela geçen yıllarda, eğitimlerde sınırlı içilen sigarayı bu yıl kal­dırdık. Sigara içenler ve içmeyenler kırk beş dakikada bir verilen aralarla haklarını kullanmış oldu. Bunun dışında, toplantı düzeni-disiplini konusunda devrimci bir ordunun kurallarını yakalamaya çalıştık. Bir savaş örgütünün militanları olarak, savaşı ve yasalarını yaşamın her ayrıntısında uygulamak önemlidir. Bahsini ettiğimiz şeyler biçimsel şeyler değil dir. Savaşçıları savaşın ciddiyeti ve disip linine göre şekillendirmenin, eğitmenin önemli bir yöntemi ve uygulamasıdır.

    - “Teori pratik, güçlü teori güçlü pratik, daha güçlü teori daha güçlü pratik” demiştiniz. Güçlü teorinin yanıtlarını aldık. Peki, bunun devamı olan güçlü pratik için neler söyleye ceksiniz?

    Dost düşman herkes biliyor ki, TKP/ML kuruluşundan bu yana gerilla sa vaşındaki ısrarından ödün vermemiştir. Bu savaşı geliştirme konusundaki başarısizliklarimiz,ideolojimiz konusunda bir an olsun tereddüde düşürmemiştir. Çünkü yetersizliklerimizin temelinde kavrayış, uyarlama ve uygulamanın; parti, savaş ve kitleler meselelerine yansıması olduğunu biliyoruz. Bu konularda sıçra ma yaratacak düşünce ve pratiğe, adım adım ama bizzat savaş içinde ulaşacağımı za eminiz. Tüm bunlardan dolayı, önü müzdeki dönem şiarımızı “kitleleri ör gütle, savaşı geliştir” olarak belirledik. Geçen dönem faaliyetimizde geçmiş yıl ların olumsuz alışkanlıklarından, tarzın dan kopma çabamız vardı. Ancak güçlü kopuşlar güçlü sıçramaları yaratır. Savaş ve kitleler konusunda sıçramalar yapma yı hedefliyoruz. Yüzümüzü savaşa ve kit lelere çevirdik. Yakına ve ileriye adımlar attık. Artık adımlarımızı hızlandıracağız.

    Ülkemiz emekçilerinin ihtiyaç duydu ğu sesin sahibi biziz ve bu ses daha güçlü çıkacak. Bundan kimsenin kuşkusu olma sın. Fakat bunu ancak ve ancak halkımız la birlikte yapabileceğimizi biliyoruz. Sa vaşımız, halkımızın yiğit kızlarının-oğulla-rının içlerine “ateş düşürecek!”. Onları saflarımıza savaşmaya, özgürleşmeye ve kurtuluşa çağırıyoruz.

    Partimizin şehit düşen 4. Genel Sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı saygıy la selamlayarak, onun bir sözüyle söyleşimizi bitirelim; “Biz bu söylediklerimizi yapmalıyız, yapabiliriz, yapaca­ğız!”

    BAŞLIK!

    - Askeri olarak 2009 yılı TİKKO açısından nasıl geçti?

    Komutan; 2009 yılı bizim açımızdan, birçok noktada yeni adımlar attığımız ve mevcut pratiğimizi geliştirmeye çalıştığı mız bir süreç oldu. Savaşı geliştirme ve yaygınlaştırma noktasında çaba gösterdik diyebiliriz. Bir yandan gerillanın temel görevlerinden biri olan kitle faaliyetini daha nitelikli bir hale getirmeye çalışır ken, öte yandan düşmana yönelik saldırı­larımızı artırmaya çalıştık. Yeni alanlara açılım yaptık ve buralarda gerilla faaliye tini başlattık. Savaşı yaygınlaştırma konusu bizim açımızdan çok önem li bir yerde duruyor. Geçen yıl böyle bir hedefimiz vardı ve bu yıl daha geniş alanlara sesimizi duyurabilmek, daha geniş kitlelerle bağ kurabilmek, düşmana bir yönden değil birçok yönden vurabilmek bakımından bu yönlü adımlar attık. Bunun dışında düşmana yönelik dört eylemimiz oldu. Bunlardan ikisi başarılı olurken, sabotaj taktiğini kullandığımız iki eylemde de sonuç alamadık.

    Bunlardan ilki Aliboğazı-Bozan yaylasında, HPG ile birlikte yaptığımız eylemdi. Düşmanın operasyon gücüne iki ayrı noktadan Kanas ve BKClerle saldırdık. Bir noktada HPG’li arkadaşlar, diğer noktada ise HPG’li arkadaşlar ve biz, yirmi dakika arayla iki ayrı saldırı düzenledik. Düşman ani saldırımız karşısında operasyonu geri çekmek zorunda kaldı. Diğer bir eylemimiz de Hozat’a bağlı Peyik (Çağlarca) Karakolu’na yönelik saldırı eylemimizdi.Bölgedeki diğer tüm karakollar gibi bu karakol da hem JİTEM karargahı olarak, halkı ajan-işbirlikçileştirme noktasında faaliyet gösteriyordu ve hem de çevre köylerde fuhuş-uyuşturucu gibi halkı yozlaştırmaya dönük çalış malar yürütüyordu. Biz de bu nedenle Peyik Karakolu’nu hedef alan bir saldırı düzenledik. Diğer iki eylemimiz sabotaj tarzında planlanmıştı, ilki Pertek-Gülbari köyü çevresinde bulunan ve Turkcell’e ait bir baz istasyonuna yönelikti. Çevre halkının da tepkisini toplayan bu baz istasyonunu tahrip etmek amacıyla güçlerimiz buraya bomba döşedi, ancak teknik bir aksaklıktan dolayı patlamadı. Diğer eylemimiz de, Hozat’ta bulunan, Hakkı Balık adındaki halk düşmanının özel aracını imha etmeye yönelik bir ey lemdi. Bu unsur, bölgede hem düşmana yakınlığıyla bilinen ve halk tarafından tep ki toplayan birisiyken, hem de düşmanın ajanlaştırma politikalarını yaşama geçiri yordu. Bu yönüyle, eylemi ajan-işbirlikçi-liğe karşı yürüttüğümüz çalışmaların bir parçası olarak değerlendirmek gereki yor. Eylemi gerçekleştirmek için güçleri miz Hozat’a kadar girip bombayı yerleş tirdiler. Ancak bu bomba da aynı neden den dolayı etkisiz kaldı.Bu eylem girişim lerimizin başarısız kalması bir yandan cid di bir olumsuzlukken, öte yandan düş manda bir panik yarattığını söyleyeblllı İz. Şunu açıkça belirtmek gerekiyor: sabotaj taktiği bizim açımızdan çok önemli bir yerde duruyor. Bu taktiği kullanarak düş manı kendi ininde, en az risk ve kayıpla vurmamız mümkün. Düşman da bunu bi liyor. Hem Partimizin hem de PKK’nin bu konuda çokça deneyimi var. Önü müzdeki süreçte de bu biçimde ey lemlerimiz olacak ve bu yüzden, bombalarımızın patlamamış olma sı ne halkımızı üzmelidir ne de düş manımızı sevindirmelidir.

    Bütün bunlarla birlikte, burada açamayacağımız birçok askeri çalışmanın da etkisiyle, gerilla gücümüzün her yıl hem sayısal olarak arttığından ve hem de git tikçe daha fazla askeri tecrübe kazandı ğından söz etmek gerekiyor. Savaşın bu günkü düzeyi ve Dersim özgünlüğünü hesaba kattığımızda, bugün gerilla birliği miz açısından sayısal gelişmeden çok ni teliksel gelişme, yani askerileşme düzeyi mizin yükselmesi önemli bir yerde duru yor. Mevcut gücümüzle aldığımız ağır so rumlulukları layıkıyla yerine getirmek için en çok buna ihtiyaç duyuyoruz. Bunu da ancak ve ancak savaş pratiğinin içinde gerçekleştirebileceğimizi biliyoruz. Bu yüzden tüm gücümüzle buna yüklenme ye çalışıyoruz.

    Genel olarak toparlarsak, 2009 yılı bizim için hem düşmana yönelimde, hem faaliyetimizi yaygınlaştırmada ve hem de kitle faaliyetimizi süreklileştirmede başa rılı adımlar attığımız bir yıl oldu. Savaşı savaşarak öğrenme, savaş içerisinde tec rübe kazanma ve TİKKO’yu Dersim’de kalıcı hale getirme noktasında bir ilerle meden söz edebiliriz. Ancak, adımlarımı zı hızlandırma konusunda yetersizlikleri miz mevcut. Kısacası “yakına ama daha da ileriye”adım atmanın çabası içindeyiz.

    - Bu yıl düşmanın yönelimini nasıl değeri en diriyorsunuz?

    Bu değerlendirmeyi elbette TC’nin genel sürecinden bağımsız ele alamayız. PKK’nin sezon başında almış olduğu “ey lemsizlik” kararı ve TC tarafından hızlan dırılan “demokratik açılım” süreci, düş manın askeri alandaki taktiğini de belirle yen bir niteliktedir. TC bir yandan “de­mokratik açılım” maskesiyle halkı kandır maya ve PKK’yi tasfiye etmeye yönelirken, öte yandan gerillaya dönük saldırılarına da hız kesmeden devam etti. Bu bile tek başına devletin karakterini ortaya koyuyor. T. Kürdistanı’nda yapılan onlarca operasyon, TC’nin demokrasiden ne anladığını bize gösteriyor. Dersim de bu sürecin dışında kalmadı. Yani düşmanın gerillaya yöneliminde bir azalmadan bahsedemeyiz. Tam tersine son yıllarda kul­landığı hareketli birlikleri artık daha da aktifleştirmeye başladığını söyleyebiliriz. Gerillaya karşı gerilla taktikleriyle savaşmayı esas alarak, ancak uygulanabilecek hiçbir taktikten de vazgeçmeyerek savaşı sürdürmeye çalışıyorlar. Bu yıl esasta bu birliklerle karşı karşıya geldik. Bu tür birlikler TC’nin ordusunu modernize etme ve profesyonelleştirme çalışmalarının bir parçası. Ve bu yıl, savaşın silahlı boyutunun, yavaş yavaş esasta hareketli birliklerle gerilla arasında olacağı açıkça görülmeye başladı.

    Diğer taraftan düşmanın hem sivil hem de askeri güçleriyle, halkı kazanmaya yönelik çalışmalarını hızlandırdığını söyleyebiliriz. Halkla iyi geçinmeye, ekonomik çelişkileri kullanarak kendi saflarına çekmeye ve ajanlaştırmaya çalışıyorlar. Koruculuğu yaygınlaştırma çabaları da bunun bir parçasıdır. Bunların yanında bazı alanlarda gerilla kılığında köylere girip bizim adımıza bildiri dağıttıklarının da bilgisini alıyoruz. Bütün bunlar düşmanın halkı kazanma konusunda daha aktif olmaya çalıştığının ve elindeki tüm olanaklarla bunun çabasına yo­ğunlaştığının birer göstergesidir.

    Yani düşman bir taraftan kendi ordusunu gerilla savaşının mevcut düzeyine göre düzenleyip hareketli birlikleriyle gerilla karşısında başarılı olmaya çalışırken, aynı zamanda halkı gerilladan soğutmak ve kendi saflarına kazanmak için de elinden geleni yapıyor. Önümüzdeki süreçte de, yönelimini esas olarak bu iki nokta üzerinden sürdüreceğini söyleyebiliriz. Ancak TCnin, PKK’yi -ve genel olarak da gerillayı- tasfiye etme noktasında daha da saldırganlaşabileceği ve savaşın tırmanabileceğini de hesaba katmak gerekiyor. Biz de genel olarak bu noktalar üzerinde duruyor, planlarımızı ve hazırlıklarımızı buna göre yapmaya çalışıyoruz. Kısaca bunları söyleyebiliriz.

    - Önümüzdeki dönem gerilla sava şını geliştirme noktasındaki hedefleriniz nedir?

    Bu konuda öncelikle şunu söylemek gerekiyor: TİKKO, Partimiz TKP/ML’nin ideolojik-politik önderliğinde savaşan bir örgüttür. Partimizin önümüze koyduğu görevler, politikalar, yönelim ne ise, biz de bulunduğumuz alanlarda bunu ger çekleştirmeye çalışıyoruz. Buradan bakıl­dığında Partimizin 8. Konferansının yönelimi ortadadır. Gerilla savaşının geliştirilmesi ve bu yönlü adımlarımızın hızlan dırılması gerekiyor. TİKKO olarak esas ta doğru bir yönelim içinde olduğumuzu rahatlıkla söyleyebiliriz. 8. Konferans sonrası attığımız adımlar, içinde belirli yetersizlikleri barındırsa da esasta bu yöndedir. Ancak Partimiz, önümüz deki dönem bize, kitle faaliyetimiz de, düşmana yönelimimizde, aske rileşme ve ordulaşma düzeyimizin geliştirilmesinde, savaşın yaygınlaş tırılmasında daha hızlı adımlar at mamızı emrediyor. Yani daha ciddi ve etkili adımlar atmamız gerekiyor. Partimize gönül vermiş tüm taraftarlarımızın, diğer alanlardaki yoldaşlarımızın ve genel olarak halkımızın da bizden bunu beklediğini biliyoruz. Omuzlarımızdaki yükün ağırlığının farkındayız.Hiç kimse abartılı beklentilere girmemeli, ancak şunu söylemek gerekiyor ki, 2010 yılı bizim açımızdan az önce bahsettiğimiz konularda daha güçlü adımların atıldığı bir yıl olacak. Bunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

    - Askerileşme düzeyinin yükseltilmesinden bahsettiniz, bu ne anlama geliyor?

    - Askerileşme, savaşın yasalarının kavranması, savaş tarihine ve Halk Savaşı’nın teorisine ve stratejisine hakimiyet, uygulanacak taktiklerin, kullanılan silahların-araçların-tekniğin, karşısına çıktığımız düşmanın tanınması ve bunlara hakim olunması, arazinin daha derin ve yaygın kullanılması, saldırı ve savunma diyalekti ğinin doğru biçimde kurulabilmesi ve bu nun öğrenilmesi, düşman bilincinin-hesap sorma bilincinin kazanılması gibi birçok konuyu kapsıyor. Ancak bunların hepsi teorik konular olmaktan çok, esasta pratik, yaşamsal konulardır ve ancak savaş pratiği içerisinde kazanılabilir. Bunların dışında savaşın gereklerine uygun bir ordu yaratmak, bunun disiplinini oturtmak, buna uygun cüret ve cesareti örgütlemek de askerileşme tanımımızın içindedir. Savaştığımız orduya benzemeden ancak ondan daha üstün ve daha ileri bir disiplin yaratmalıyız.

    Burada nasıl bir savaşçı sorusuna ce vap vermek gerekiyor? Bu aslında mi litan bir kişilik yaratma sorunudur.Bir savaşçıda olması gereken en önemli özelliklerden birisi saldırı ruhuna sahip olmasıdır. Zafere ki litlenen, cesur, hesap soran, her gün düşmanı nasıl yok edeceğini düşünen, düşmanın saldırılarına karşı uyanık ve tedbirli, kolay pes etmeyen, en zor koşullarda bile ne yapacağını bilen ve düşmana vur mak için her an fırsat kollayan sa vaşçı kişilikler yaratmalıyız. Demirdağ yoldaşın dediği gibi, “başımıza ne ge leceğine değil, düşmanın başına ne geti receğimize” yoğunlaşmalıyız. Gerilla bir liğimizi buna uygun şekillendiremezsek, birçok konuda yetenekli savaşçılar yarat manın tek başına hiçbir anlamı olmaz. Partimizin savaş tarihi bunun örnekleriy le doludur.

    Ancak askerileşmek derken, sadece iyi silah kullanmaktan, her türlü askeri tekniğe hakim olmaktan, sürekli eylem peşinde koşmaktan vb. bahsetmiyoruz. Bunlar mutlaka olmalıdır ve savaş zaten bunlar olmadan yürümez. Ancak askeri leşme düzeyimizin yükseltilmesi derken esasta ideolojik-politik olarak bir netlik yakalamaktan ve bunun gereklerini yeri ne getirmekten bahsediyoruz. Askerileş me, her şeyden önce savaşın amacının bi lince çıkarılmasıdır. Ne için savaştığının bilinmesi, esas olarak ideolojik-politik açıdan buna doğru yanıtlar verilmesidir. Her savaşçının bu konuda bir netliğe ve kafa açıklığına sahip olması gerekir. Sa vaşmaktan başka çaresinin olmadığının bilincine varamayan bir savaşçı ve bir or du, asla uzun süreli bir savaşı zafere gö türemez, uzun soluklu bir mücadeleyi sürdüremez. Askerileşme düzeyimizi yükseltmeliyiz derken her şeyden önce ve esas olarak bundan bahsediyoruz. Ya ni bu, gerilla birliğimizin ideolojik-politik düzeyinin savaş içerisinde yükseltilmesi anlamına geliyor. Diğer konular buradan yola çıkarak ele alınmalı. Bu anlamda as kerileşme düzeyimizi yükseltmeden, or-dulaşma ve savaş düzeyimizi de yükseltemeyeceğimizi biliyoruz. Esasta yoğunlaş tığımız noktalar bunlardır. Teorik, tek nik, pratik vb. eğitimimizin büyük bir bö lümü de buna yöneliktir.

    - Son olarak halkımıza bir mesajınız var mı?

    - Eşitsiz ve elverişsiz koşullarda bir savaş yürütüyoruz. Sürecin ilk adımların da bu durumun böyle olmasının anlaşılır ve kabul edilir özellikleri vardır. Sınıf düşmanlarımız her türden maddi, teknik olanaklara ve sayısal olarak kalabalık bir orduya sahiptir. Ancak bu yalnızca görünüşüyle böyledir. Söyler misiniz güçlü olan bu ordu kimin ordusudur? Halkın mı, yoksa halk düşmanlarının mı? Ezenlerin mi yoksa ezilenlerin ordusu mu? Darbeciliğiyle, katliamlarıyla ünlenmiş bu ordu ezenlerin halk düşmanlarının ordusudur. Her türden rüşvetçiliğin, yolsuzlukların baş temsilcisi durumundadır.ABD emperyalizmine göbekten bağımlı, onların uşaklığını yapmakta yeminli, katil bir ordudur. Türk ordusu eli kanlı faşist bir ordudur. Onun katillik unvanı ve ünü sadece ülke sınırlarıyla çizili değildir. Bölge ve cliiny.ı çapında ıınlıidııı Af>;,ın, Bulgar, Yunan, Macar, Yugoslav, Arap, Kürt, Er meni halklarının katili bir ordudur. Onun tarihi ve her bir anı halk düşmanlığıyla, katliam ve işgalcilikle doludur. Halk or dusu TİKKO, böylesine faşist ve katliam cı bir orduya karşı savaşmaktadır.

    Halkımızın çilekeş ve onurlu gençle rine “başlarına bir hal gelmeden” dağlara gelmelerini söylüyoruz. Bu kavgada saf tutmalarını, haklı olanların, ezilenlerin, emekçilerin kavgalarını büyütmelerini söylüyoruz. Ne ün ne de mevki vaat edi yoruz. Halka hizmet etmeye çağırıyoruz, özgürlük için savaşmaya çağırıyoruz. Öz gür ve onurlu bir yaşama, namuslu ve mi litan bir kavgaya çağırıyoruz. Halkın öz gürlük ve kurtuluş ordusu TİKKO’ya ka tılmaya çağırıyoruz. Ekmek ve özgürlük için, bağımsızlık ve halk demokrasisi uğ runa savaşmaya çağırıyoruz. Dünyanın baş belası, en büyük haydut ABD emperyalizmine, onun yeminli uşağı halk düşmanı Türk ordusuna karşı savaşmaya çağırıyoruz, işsizliğe, yoksulluğa, cehalete, adaletsizliğe, haksızlığa ve mutsuzluğa karşı savaşa çağırıyoruz. Özgürlük ateşlerini kuşanarak, silah elde savaşmaya, halkın arasına girip, onları aydınlatmaya çağırıyoruz.

    (Devam edecek)

Bir cevap yaz