|

AYIN ORTASI

AYIN ORTASI

Dakikalar uzuyor, ayakları, rengi atmış ayakkabılarının içinde bir an önce dışarı çıkıp rahatlamayı bekliyordu. Burnunu akşam simitçilerinin kokusu, kulağını simitçinin sesi doldururdu. “Gevreeek, gevrek, akşam simidiii..” Kavrulmuş susam kokusu iştahını açarken evde sobanın başında çayını içmeyi düşlüyordu ki, bankamatiğin önündeki sıranın uzadıkça uzadığını gördü. Saat altı olmuştu. Bankamatik, içerideki günlük muhasebenin bilgisayara geçmesi ve kontrolü dolayısıyla ödeme yapmıyor. “Bu makine geçici bir süre arızalıdır.” Cümlesi ekranda yineleniyordu. İçinden: “Paramı çeksem de, çocuklara şuradan tatlı alıp götürsem.. Yok yok, tatlı değil. Gülten akıllı kadındır; biraz un, biraz irmik yumurta, yoğurt, şeker, al sana mis gibi revani. Balık mı alsam? Ama balığın kilosu da yaklaşık benim yarım günlüğüm. İyisi mi yarım kilo kıyma alayım, daha ekonomik; içine biraz un, biraz baharat, soğan da kattık mı çocukların da bizim de midemiz bayram eder. Gülten köyde yaptığı, içine dağ nanesi kattığı, yarmalı tarhana yapar. Yanına da acılı turşu,, oy oy değmeyin keyfimize.

Ayın on beşiydi. Bankamatik bugünlerde dert kapısına dönüşür, yeni arkadaşlıklar kurulur acılar sevinçler paylaşılırdı. Ahmet Bey’in on yedi senelik devlet memurluğu vardı. Görücü usulü ile evlenmiş, evlendiği kadınla mutlu olmuştu. Gülten akıllı, derli toplu, görgülüydü. Yoktan var etmesini bilirdi. Onun sayesinde, taksitle toplu konutlarda ev bile almışlardı. Gerçi uzun yıllar taksit ödeyeceklerdi ya, olsun, Ahmet Bey bütün bir ay çalışır; aylığını aldığı gibi karısına verir, o da faturaları öder, geri kalan çok az parayı da yiyecek için saklardı.

Bankamatik para vermeye başladığında, trafik iyice yoğunlaşmıştı. Ahmet Bey, içini dolduran heyecan nefeslerini boşaltmaya çalışıp maaşına doğru bir adım daha attı. Önündeki bayanın yırtmaçlı siyah eteğinin altından gözüken parlak çoraplarına takıldı gözleri, karısı geldi aklına: “Zavallı Gülten, bir gün bile bu çoraplardan giyemedi o hep ayağında bazen çiçek, bazen kilim desenli kendi ördüğü çetikleri ve ucuz Pazar işi naylon çoraplar, basma etek üstüne kendi ördüğü kazağı giydi.

(…)

Önündeki bayandan sonra sıra ona geldi. Ahmet Bey, şifreyi girdi. Makinenin parayı vermesini sabırsızlıkla bekledi. Nihayet, nihayet para elindeydi. Paranın her kuruşunun gideceği yer belliydi. Simitçinin önünden geçerken simit kokusu içini doldurdu. “Alsam mı acaba? Yok yok olmaz, üstüne beş yüz kuruş koyunca bir ekmek parası eder.”deyip vazgeçti simitten. Şu günlerde simit bile lüks sayılırdı. Okkalı bir küfür salladı kaderine, durağa doğru koşar adımlarla yürüdü. Akşam kargaşası başlamış, insanların yüzündeki düşünceler yavaş yavaş karanlıkla birlikte örtülmeye başlamıştı. “Ne var sanki sıraya girseler! Sürüden başka bir şey değil, bunlara insan demeye bin şahit ister. Kendilerine saygıları yok ki, bazı değerlere olsun…

(…)

Simitçinin önünden geçerken yine susam kokusunu duydu. Taze ekmekle, kavrulmuş susam birleşmiş, ihtişamlı bir hamur kokusuna dönüşmüştü. “Alsam mı acaba? Sıcak sıcak da ne güzeldir şimdi…” dedi. Simitçi: “Kaç tane olsun abi?”dedi. “Kaç tane olacak velet! Bir taneyi zor alıyoruz; beş tane olacak değil ya.. Tek bir tane, eve gidiyoruz işte.” İçinden: “Ne demeye açıklama yaptın yılların Ahmet’i. Yoksulluğun açıklaması sana mı kaldı? Yoksul olduğun yetmiyormuş gibi…” Kafasını akşam soğuğundan korumak için omuzlarını kaldırıp kalabalığı aşmaya çalıştı. Ayağındaki acıyı duyumsadı. Yüzünü buruşturdu. Simit de öylesine güzel kokuyordu ki tam ısıracağı anda önünde, kucağında çocuğu, üstü başı perişan gençten bir kadın belirdi. Kadın: “Beyfendi, Allah rızası için.. Açım, çocuğum da aç.. Bize bir yemek parası..” Ahmet Bey: “Ne dedin sen?!.. Neden gidip çalışmıyorsun?” Kadın: “Abi çalışmak için geldim buraya ama buradakilere iş yok ben nasıl bulayım? Üstelik kucağımda da çocukla birlikte kim iş verir bana?” Kadın gençti. Yüzü açlıktan süzülüp kalmıştı. Ahmet Bey, acının yapay bir şekilde değil de kadının gözlerine gerçekten sinmiş olduğunu gördü. Kadına:

-“Sana iş bulsam çalışır mısın?”

-“Eline, ayağına düştüm beyim, kim beni kabul eder?”

-“Çocuğunla dilenirken bunu düşünmüyorsun. Onu kabul edecek bir iş adresi vereyim sana.”

-“Adresi ver beyim ama açım aç. Bana şimdi yemek parası ver, Allah rızası için.”

Ahmet Bey simidi öbür eline aldı. Cebinden kalem kağıt çıkarıp adresi yazarak kadına uzattı.

-“Al bakalım, bu gideceğin adres. Yemek parasına gelince, inan ki benim kemiklerim bile aç. Şu elimde gördüğün simiti bile bin bir düşünceden sonra aldım. Ben de senden farklı değilim.”

Kadın pişkin pişkin gülerek:

-“Beyim verdiğin adrese sen neden gitmiyorsun?” diye sordu.

-“Orasını karıştırma. Sana yemek parası veremem ama şu simidi al. Yiyeceğin en paşa yemekten bile tatlı gelir inan.”

(…)

Genç kadın eline almış olduğu adrese şöyle bir baktı. Çarçabuk buruşturup attı. Simit iştahını açmıştı. Orda bulunan kenar taşlarının üstüne oturdu, simidi kısa sürede bitirdi. Yine yüzüne o acıklı ifadeyi kondurup kalabalığın içine daldı. “Beyim, beyfendiciğim; iki gündür ağzımıza bir şey değmedi. Allah rızası için..”

Nebahat Ayhan

Bir cevap yaz