Evrensel Bakış:Fırtına ekenler kasırga biçerler
Geçmiş yıllarda ve bugün halen yazılıp-söylenen bir dizi öngörü ortaya atılmakta. “21. yüzyıl ayaklanmalar yüzyılı olacak”, “21. yüzyılda su savaşları kaçınılmaz” vb. vb.
Elbette bu söylemlerin başlıklarına bakıldığında birbirinden bağımsız olmadığını, hatta birinin diğerini doğurduğunu söylemek yanlış olmasa gerek. Asıl önemli olan ise bu biri diğerini doğuran, çoğaltan sistemin ortaya çıkarttığı tabloya doğru yorumlamaktır.
Elbette günümüz dünyasında em-peryalist-kapitalist sistemin hakimdir ve bu sistem doğası gereği ve de yaşam kaynağı olarak, kuralsız sömürü ve kâra dayalıdır. Bu sömürü ve kâr hırsının yarattığı tahribat elbette doğadaki dengenin bozulmasına da neden olmakta. “Ekoloji, genel olarak, canlıların çevreleri ile karşılıklı etki ve ilişkilerini konu edinen ve sürekli, dinamik, akıcı nitelikteki sistemlerin bütünü” (Vaster 1997:28) diye tanımlanır.
Emperyalist-kapitalizmin doğuşu ve gelişimi iki temel unsura dayanır ve halen de bu iki ana unsura bağımlıdır. Bu iki unsurun biri yeraltında diğeri yer üstünde. Yer üstündeki unsur kendini yenileyen ve ertesi güne hazırlayan, emeğini her gün sermayeye hazır hale getirip sunan unsur insandır, insan sermaye için vazgeçilmez unsurdur. Bir diğer ana unsur ise üretim araçlarıdır. Bunlardan en önemlilerinden biridir petrol…Petrolun gunumuzde bir çok alanda kullanilan ve yerine alternatif “bulunamayan”maddedir.Sanayilasme/endustrilesmede gelisim ve rekabet için olmazsa olmazlardandır petrol. Petrol sadece sanayi alanında değil aynı zamanda kimya, giyim-temizlik malzemeleri vb. alanlarda kullanılmaktadır. Yine vazgeçilmez olan bir başka madde de sudur. Bugün su Ortadoğu’da petrolden önce gelir. Devletler suyu birbirlerine açıktan olmasa da silah olarak/yaptırım aracı olarak kullanmaktalar. Bunun en somut örneğini geçen aylarda Irak Başbakanı Maliki’nin sözlerinde gördük. Maliki’nin “komşu ülkeler suyumuzu kısarak bize şantaj yapmaktalar” minvalindeki sözleri karşısında TC suçüstü yakalanmışlığın verdiği savunma psikolojisiyle “kesinlikle böyle bir şey yok” diye açıklama yapma gereği duydu. Irak Başbakanı isim vermemişti ama TC kendisinin Irak halkına karşı işlediği suçu bildiği için konuşma gereği duydu. İşin ironik yanı ise aynı Irak halkı ve devleti gibi Türkiye de susuzluğun ne olduğunu çok iyi bilmekte. Bu yaptırım aracını kendisine yönelik de kullanıldığı için bir başka ülkeye yapmakta sakınca görmüyor. Bunu 2009 yılında Türkiye’ye gelen Suriye Devlet Başkanı Esad’ın açıklamalarında çok net görebiliriz. “Bir önceki kış Başbakan Erdoğan beni aradı. Güneydoğu’da kuraklık olduğunu söyledi. Ürdün’den gelip bizim topraklarınız üzerinden Türkiye’nin Hatay vilayetine geçen Asi nehrinden akan suyun artırılmasını istedi. Bizim de su sorunumuz olduğu halde ben Türkiye’ye suyun artırılması talimatını verdim.” (Yeni Şafak 16/09/2009)
Türkiye,Irak ve Suriye’nin arasindaki üçlu toplantida ayni aylarda yapilmisti.
Bu toplantıda bir dizi karar ve anlaşmalara imza atılmıştı. Elbette bu 40 kusur anlaşmada her ne kadar öne “terörle işbirliği” ve “vizesiz geçiş” çıkmış olsa da önemli maddelerden biri de su idi. Irak’ın, Türkiye ve Suriye tarafından kıskaç altına alındığı bilinen bir gerçeklik. Suriye Fırat nehrinin üzerine oturduğu için Irak topraklarına suyun şahmını istediği zaman kesebiliyor. Yani TC ve Suriye, Irak halkın ve topraklarının musluklarının başını tutmaktadır.
Su konusunu ele aldığımızda, üzerinde toplam 500 milyon insanın yaşadığı 30 ülkede şu anda kişi başına yıllık yenilenebilinir su kapasitesinin 1000 metreküpün altında olduğuna dikkat çekmekte yarar vardır. Küresel ısınmanın insan toplulukları üzerindeki olası etkilerini tahmin etmek zor olmasa gerek. Genel ekolojik sorunları saydığımızda bu başlığın içeriğini daha iyi anlayabiliriz. Radyoaktif atıklar, böcek ilaçları, kurşun atıkları, havadaki zehirli ya da potansiyel zehirli binlerce kimyasal madde, neredeyse ulus ölçülerine yükselen kent nüfuslarının belli kent kuşaklarında yoğunlaşması, gürültü yoğunluğu, kitlesel yaşam ve kitlesel manipülas-yonun yarattığı gerilimler, çöp, atık, endüstriyel atık maddelerinin olağanüstü birikimi, ham madde kaynaklarının tahribatı, ormanların yakılması gibi sorunlar bunlardan yalnızca bazıları.
Doğanın kirletilmesinde; kitlesel açlığa, bireysel çatışmalardan savaşlara ve nihayet her yönüyle “tahakküm” ilişkilerine kadar geniş bir çeşitlilik gösterin ekolojik sorunların hem tam olarak anlaşılabilmesi, hem de çözülebilmesi için, meselenin gerçek sebeplerine yönelik dogru teshisler koymak gerekiyor.Bu baglamda daha once ifade ettigimiz gibi emperyalist kapitalist sistemin hakim pozisyon olmasini birinci aktor olarak soylersek abartmis olmayiz.Bu aktörlük sadece yeraltı ve üstü kaynaklarının tüketilmesi ve kirletilmesiyle sınırlı değil elbette. Bu sistem “teknoloji”, “bilim” ve “eğitim” sistemini de kendi belirliyor ve yönetiyor. Bilim ve eğitimin sorunlarla ilişkisi, ideolojilerin ve değer yargılarının aktarım aracı olma yönüyle ilgilidir. Diğer deyişle, eğer ekolojik sorunları bazı olgusal sebeplere ya da felsefi-kuramsal sebeplere bağlarsak, akılcı, maddeci, faydacı ve onun aracı olan eğitim felsefesi, ciddi bir sorunun esaslı kaynakları arasında göste-rilebilinir.
Özetle, egemen bilim ve eğitim anlayışı, bilimsel devrimden bu yana daima faydacılık esasıyla biçimlenmiştir. Bilim ve eğitim, ilk dönemlerde doğanın fethine yönelik bilgilerin üretilmesi ve öğretilmesi için gerekli iken Endüstri Devrimi’nden sonra mal ve hizmetlerim sürekli gelişimi ve bunların tüketilmesini sağlama yoluyla, daha fazla kazanç ve zengin olma aracı olmuştur. Diğer deyişle özellikle endüstrileşme sonrasında bilim ve eğitim, bu dönemin değer sistemleri olan “büyüme-rekabet-baskı” üçlüsünün bir aracı durumuna gelmiştir. Emperyalist-kapitalist sistemin bu üçlü mekanizması kendi sonunu hızla hazırlamakta.
Rakipleriyle rekabet edebilmesi için büyümesi/gelişmesi gerekiyor. Bunun için de her türlü talan ve sömürüyü kuralsız gerçekleştirmeye yöneliyorlar karşılıklı. Bu karşılıklı sömürü ve talanın ortaya çıkarttığı; açlık-sömürü-yoksulluk vb. olgulara karşı toplumsal örgütlenme ve başkaldırıları da acımasızca bastırma yöntemi kullanırlar. Devletin resmi ve gayri resmi sivil faşist kurum/kuruluslariyla bastirma/yok etme aracini harekete geçirirler.Her bastirma bir sonraki dalgayi besler.Bu yuzdendirki firtina ekenler kasirga biçerler denilir.