İbrahim Kaypakkaya ve Mızrak-Çuval Meselesi
1973′ün 18 Mayıs sabahı, Diyarbakır hapishanesinde gözaltında iken gördüğü işkence sonucu yaşamını yitiren İbrahim Kaypakkaya, 71 devrimci çıkışının Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan ile birlikte öne çıkan üç radikal devrimci önderinden biri. Ne var ki, 2009′un 18 Mayıs’ında Kaypakkaya’nın doğrudan yaşamını ve fikirlerini değil, yaşamının ve fikirlerinin tartışılmasının önündeki engellerden birini ele alacağız. Sol içi sansürü.
İbrahim Kaypakkaya neden sansüre, ihmale uğruyor? Mızrağı kimsenin çuvalına sığmıyor da ondan! İbrahim Kaypakkaya gibi henüz 24 yaşında çok iddialı teoriler bırakmış bir politik portrenin yaşamının, fikirlerinin tartışılamıyor oluşunun önemli bir sebebi var: Sol içi sansür!
Türkiye solunun çok önemli bir kısmının siyasetle olan ilişkisi, oyun çağından henüz çıkmış bir çocuğun davranış eğrilerine benziyor çünkü. Tıpkı bir çocuğun zor ödevlerden kaçması, en çok beden eğitimi dersini sevmesi, bakkaldan ekmek almasını isteyen ebeveynlerinin sesini duymamış numarası yapması, itiş kakış sırasında iliği hep ama hep yırtıldığı için sürekli aşağı sarkan yakalığını boşvermesi gibi.
Misal, seçimle iş başına gelen ve pek sevimli, pek zahmetsiz görünen Latin Amerika solunu beden eğitimi dersini sever gibi seviyor, radikal keskin mücadelelerin yürüdüğü Asya solundan ise matematik dersinden kaçarmış gibi kaçıyor. Rejimle asla uzlaşmaz unsurları, iliği her keresinde yırtılan yakalığı yeniden düğmelemeye çalışır gibi oryantasyona zorluyor. Rejime iliklenmeyeceği çok belli unsurları da sarkan yakalık gibi bırakıp görmezden geliyor. Kemalizm, ulusal sorun gibi nazik konularda ne kadar “sert” fikir varsa, annesinin ekmek almaya gitmesini isteyen sesini duymazdan gelen çocuk gibi yok sayıyor. Ne var ki Türkiye solunun önemli bir kısmı ile okul çağına yeni girmiş bir çocuk arasındaki bu analoji, elbette masumiyet konusunda geçerli değil. Çocuk her halde masumken, Türkiye solunun İbrahim Kaypakkaya’ya uyguladığı sansür ile masum olduğu söylenemez.
“SOL SANSÜR” VE KAYPAKKAYA
Kaypakkaya, fikirlerinde evcilleştirilebilecek herhangi bir argüman bulunmadığından, diğer deyişle onun mızrağı düzenin çuvalına hiç mi hiç sığmadığından zaten her dönem yoğun bir nesnel sansür ile yüzyüze oldu. Fakat şu açık ki, sol kamuoyunun, 71 çıkışının üç radikal devrimci önderi içinde kendine en uzak hissettiği isim de yine İbrahim Kaypakkaya olmuştur. Bunun için bazı “anlaşılır” sebepler söylenebilir. Mesela bunun bir nedeni, her siyasi grubun, takipçisi olduğunu iddia ettiği siyasi önderi yüceltmeye yönelik dar grupçuluğu idi. Bir diğer sebebi Kaypakkaya’nın köylülere verdiği önemin, özellikle aydınların, şehir metaforunu ilericilikle, köy metaforunu ise gericilikle ataçlayan eğilimi ile çelişmesi idi. Kimi ,bunlara, Kaypakkaya’nın ardıllarının yürüttüğü politikalar gibi, Kaypakkaya’nın kendisininden bağımsız başka sebepler de ekleyebilir. Ne var ki, bunların Kaypakkaya’ya uygulanan sansürü açıklamak için yeterli gerekçeler olmadığı pek belli. Kaypakkaya ile ilgili “sol içi sansürün” aldığı tavır kabaca üçe ayrılabilir.
İlki, onu ağzına almakta dahi isteksiz olan, bahsini ederken dahi hızla geçiştiren, varlığını en basit derekede değerlendirme eğiliminde olan ve nihayetinde sansürü en koyu haliyle işleten kesim. Hatta bu grubun tedrisatından geçmiş olanlar Kaypakkaya ismini duyar duymaz hemen “hatalarından” bahseder, o hızlı geçiştirme ifadelerinde bile Kaypakkaya’nın maraza çıkmış bir yaramaz çocuk olduğunu bir çırpıda anlatıverirler. Bu grup içinde nispeten “insaflı” olanlar da Kaypakkaya’yı her yıl ansiklopedik bilgilerle anarak üzerlerine düşen görevi “yerine getirir”, bir sonraki 18 Mayıs’a kadar bunun kafi olduğuna hükmederler.
Açıkçası, Kaypakkaya’nın maruz kaldığı işkence Türkiye’de bu düzeyde politikleşmiş sayılı siyasi işkence vakalarındandır. Ve bilindiği üzere gördüğü ağır işkence ve ölümü ile ilgili dosya tam 36 yıldır bir türlü açılamamış, onun ölümü ile ilgili 30 yıl önce elde edilen bilgilerin üzerine tek bir bilgi konulamamıştır. İşte bu grup, sansürü öyle bir içselleştirir ki, Kaypakkaya ile ilgili tutarlı bir işkence karşıtı mücadelenin örgütleyicisi/parçası olma konusunda dahi atıldırlar. Açığa çıkmış en vahşi siyasi işkence örneklerinden olan Kaypakkaya dosyasının 36 yıldır kapalı olması, insan hakları savunuculuğu ile ilgili reflekslerini dahi rahatsız etmez.
İkincisi, Kaypakkaya’nın işkencede gösterdiği direniş tavrını öne çıkararak, politik görüşlerini perdeleyen, onu, “ser verip sır vermeyen bir yiğit” derekesinde değerlendiren, böylelikle daha ince bir sansür işleten yaygın grup. Bu grup içinde daha çok, Kaypakkaya’nın en görünen özelliğini yani, faşizm karşısındaki sert direniş tutumunu algılayabilen nispeten geri kitleleri barındırmaktadır. Fakat bu grubun başat özelliği, nesnel olarak yok sayılması pek mümkün olmayan ama savunması da hiç kolay olmayan radikal bir siyasi portreyi “makul” düzeyde anmaya/değerlendirmeye yönelik güçsüzlüğüdür.
KAYPAKKAYA YÜCELTMESİ
Üçüncü olarak da ise Kaypakkaya’nın politik görüşlerini solun gelişimi açısından çok önemli gören, maruz kaldığı ihmalden rahatsız olan, fakat Kaypakkaya’nın rejim tarafından gördüğü sert tavır nedeniyle susmayı tercih eden, bilhassa rejimin Kaypakkaya’nın ardıllarına uyguladığı amansız şiddetten çekinen aydın grubundan bahsedilebilir.
İbrahim Kaypakkaya’nın ardıllarının ise Kaypakkaya’nın gördüğü ihmale karşı, kimi zaman Kaypakkaya’yı gerçekçi olmayan bir zeminde yücelttiği ve dahası, ihmale karşı bir refleks olarak Kaypakkaya dışındaki devrimci önderleri ihmal etme subjektivizmi gösterdiği de söylenebilir.
SANSÜRÜN ESAS SEBEBİ
Sol içi sansürün, diğer deyişle, Kaypakkaya’dan solun dahi “çekinmesinin” esas sebebi, onun doğrudan Türkiye solunun geleneksel zaaflarına yönelen radikal-uzlaşmaz devrimci fikirlerinde yatıyor. Kaypakkaya’nın, resmi ideoloji tarafından, altından gürül gürül akan bir ırmak üzerine inşa edilen o nazik ideolojik köprüyü bir kibritte yakma cüretini ve ataklığını göstermesinin sol içinde bir “ürpertiye” neden olduğu söylenebilir. Kaypakkaya’nın fikirlerinin isabetli olup olmadığı tartışmasından bağımsız olarak, ileri sürdüğü görüşler sol açısından etkili bir eleştiri gücü taşır ki, oyun çağından henüz çıkmış bir sol için bu pekâlâ sıkıcı, uzak durulası bir şeydir. İşte Kaypakkaya sansürünün temel sebebi solun “eleştiri” ile arasındaki olumsuz ilişkide yatmaktadır. Yani, onun mızrağı solun önemli bir kesiminin çuvalına da sığmadığından, mızrak da saklanır, çuval da.
Velhasıl, Kaypakkaya, solun “eleştiri”ye karşı tavrı açısından da ayırt edici bir neden. Kaypakkaya ve fikirleri ile yüzleşmek şart. Solun sıkışmışlığı düşünüldüğünde, samimi bir sol duyarlılığın bu “iç sansür”le mücadele etmesi de, ihtiyacımız olan politik münazara için şart. Çünkü Kaypakkaya açık bir şekilde o münazaranın etkin bir tarafı.
Onur Gülbudak
[email protected]
| 21 – 05 – 2009 |