Mayıs ayı mücadele ateşinin harlandığı bir aydır.
Mayıs ayı mücadele ateşinin harlandığı bir aydır.
“ TDH’nin mücadele tarihinde mayıs ayının önemi ve anlamı oldukça büyüktür. Bu önem ve anlam her şeyden önce ülke topraklarının yetiştirdiği en yiğit evlatlarının, egemen sınıflar ve onların faşist cellâtları tarafından mayıs ayında kat edilmelerinde yatmaktadır. Ancak bununla birlikte mayıs ayı mücadele ateşinin harlandığı bir aydır.
71devrimci çıkışının önderliğinden Deniz, Yusuf ve Hüseyin’e kalem kıran kanlı eller çok değil bir yıl sonra da Diyarbakır zindanlarında komünist önder İbrahim Kaypakkaya’yı katledeceklerdi.
Ancak ölümler vardı sesiz sedasız tüyden hafif ve anlamsızdır ölümler vardır bir dava ve amaç uğruna Tay Dağından yücedir.
İbrahim’in Diyarbakır zindanlarındaki ölümü de işte böyle bir dava ve amaç uğruna kucaklanan Tay Dağından yüce bir ölüm olmuştur…
Direnmek tabi zordur. Güç ister inanç ister kararlılık bilinç fedakârlık en önemlisi de ideolojik sağlamlık ister işte İbrahim’e direnmeyi kolaylaştıran da esas olarak onun ideolojik sağlamlığı ve sağlam ideolojisidir
Onun on yıldır TDH işinde önemli tarihsel kişilik ve devrimci bir önder olarak kabul ve saygı görmesinin altında yatanda yine esas olarak budur evet “o ser verip sır vermeyen” komünist bir önderdir ancak onun bu destansı direnişini yaratan onun o dönemde tabuları yıkan düşünceleri olmuştur. Onu TDH içinde özel önemde bir yere oturtan da budur.
Onun düşünceleri karşısında sadece egemen sınıflar değil devrim saflarındaki tüm küçük burjuva örgüt ve hareketlerde öfkeye kapılmışlardır. İbrahimin ortaya koyduğu düşünceleri özgülüğünde devrimci saflarda ortaya çıkan öfkenin nedenlerinden ve hem de en önemlilerinden birini, Kemalizme ilişkin tespitleri oluşturur.
Kemalizme devrimci, ilerici bir misyon yükleyerek, onun sosyalist bir devrim gerçekleştireceği hayaline kapılanlar, Kemalizmin kuyruğuna takılanlar, İbrahim Yoldaşın “Kemalizm faşist burjuva ideolojisi, faşist bir diktatörlük” olarak özetlenecek tespiti karşısında ayağa kalkmışlardı.
Ancak o, bu tespitini, titiz araştırma ve incelemelerin sonucunda ortaya çıkardığı tezlerle açıklamış, tespitinin diğer tüm tespitleri gibi sağlam dayanaklar üzerinden yükselttiğini gözler önüne sermiştir.
Kürt ulusunun varlığının devrimci hareket saflarında şu veya bu biçimde inkar edilmesine cevabı ise, Kürt sorunundan yola çıkarak Ulusların kendi kaderini tayin hakkı temelinde ortaya koyduğu görüşleridir.
Türkiye’de devrimin yoluna kafa yorarken, bu yolun belirlemesinde hayati öneme sahip olan sosyo-ekonomik yapının tespiti üzerinde yoğunlaşarak bu yönlü belirlemelerde bulunmuştur. Bu belirlemeler sırasında T.C nin emperyalizme bağımlılığının kökenlerine de iner. Emperyalizme bağımlılığı 50’li yıllardan ya da Cumhuriyetin kuruluşundan sonraki yıllardan itibaren başlatan birçok kesime karşın o, bu bağımlılığın daha ” Kurtuluş Savaşı” yıllarda başladığını tespit eder.
Bunun da ülkenin daha o dönemlerden itibaren emperyalizmin yarı sömürgesi olduğu anlamına geldiğini belirtir.
Ülkede feodalizmin henüz çözülmemiş olduğu yarı feodal bir yapının hala varlığını koruduğu yönlü tespitlerini ise sadece kağıt üzerinde yapılan inceleme araştırmalara dayandırmaz.
Yerinde, bizzat yaptığı incelemelerle bu tespitinin altını doldurur. Bu yönlü pratiğinin en somut göstergesi olan “Kürecik Bölge Raporu” vb. çalışmaları, sosyo-ekonomik yapı tespitinde önemli bir rol oynamıştır.
İbrahim Yoldaş, bu incelemeleri sonucunda Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısını yarı feodal, yarı sömürge olarak tespit etmiştir. Onun bu tespiti de tıpkı Kemalizm ve ulusal sorun üzerine yaptığı tespitler gibi, Proletarya Partisinin pragmatik görüşlerinde önemli bir yer tutmuştur.
Onun görüşleri, özellikle de Kemalizm noktasında getirdikleri, o zamana kadar var olan, dokunulmaz olarak görülen tabularında yıkılmasıdır. Dahası sistemden tam bir kopuştur ! Bu kopuş en çok da egemen sınıfları ürkütür ! onun düşünceleri artık bu topraklar üzerinde o zamana kadar ortaya çıkan “ İhtilalci” düşünceler arasında sistemi en fazla tehdit eden, en “Tehlikeli” düşüncelerdir! Türkiye’de devrimin yolu olarak Halk Savaşı stratejisini kendine rehber edinmesi ise hem kendini hem de düşüncelerini karşı devrim nezninde daha da “Tehlikeli” kılmıştır.
Devrimin amacı iktidarı fethetmek, zulüm kusan bu düzeni tarihin çöplüğüne yollamak ve özgür, bağımsız, demokratik bir yaşamı inşa etmek ve sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz bir dünyaya doğru emin adımlarla yol almaktır. İbrahim’in sözü ve pratiği her zaman bu hedefe uygun olmuştur. Onu daha “Tehlikeli” hale getiren de işte sözü ve pratiği arasındaki bu uyumdur.
O devrim ateşini bozkırın en kuru yerinde tutuşturma perspektifi ile ve gerilla mücadelesi için dağların yolunu tutmaktan çekinmemiştir.
O, her şeyden önce kararlı bir işçi sınıfı devrimcisidir. Yani o, tarihin en devrimci sınıfının ideolojisi ile donanmıştır. Sınıfsal duruşu nettir ve hiçbir sarsıntı bu duruşu yıkamamıştır.
Bu topraklardaki köylülüğün devrimci potansiyelini görmüş, devrimimizde köylülüğün temel güç olduğunu savunmuştur. Devrimin zaferi için işçi-köylü ittifakının vazgeçilmez olduğunu göstermiş köylülüğün ve halkın örgütlenmesinde, devrimci zorun, gerillanın belirleyiciliğini vurgulamış, devrimde gerilla savaşının önemi net bir şekilde açıklamıştır. Onun bu düşünceleri çeşitli milliyetlerden Türkiye halkı üzerinde, daha o günlerde muazzam bir etki yaratmıştır. Hem bu etki hem de bundan bağımsız olmayarak, bu düşüncenin hayata geçirilmesine dönük, İbrahim’in bizzat içinde yer aldığı pratik adımlar, egemen sınıfların korkusunu daha da büyütmüştür.
Ve bu korku onları, İbrahim’i ortadan kaldırma kararını almaya iter, ancak, onu ortadan kaldırırlarsa halk yığınları üzerindeki etkisini de kıracaklarını dahası düşüncelerini de yok edeceklerini sanırlar.
24 Ocak 1973’te Vartinik’te Ali Haydar Yıldız’ın şehit düştüğü çatışmada yaralandıktan sonra, sığındığı evde ihbar sonucu ele geçirdiklerinde de tek hedefleri budur.
Ancak aylar süren işkencelerden sonra 18 Mayıs’ta katletmelerinin onları hedeflerine ulaştırmadığını, ulaştıramayacağını anlamakta gecikmezler.
Çünkü o ve düşünceleri ardıllarınca sahiplenilmiş, bu sahipleniş bilinçlerde öyle bir kök salmıştır ki, bu kökü söküp atmak artık imkânsız hale gelmiştir.
O, artık ardıllarının elinde, Türkiye devriminin yolunu aydınlatan bir meşaledir.
Ve bu meşale on yıllardan beri karşı devrim tarafından, yasaklarla, baskılarla, zor ve zulümle saklanmaya çalışılsa da hala yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor !
PARTİZAN ŞEHİT VE TUTSAK AİLELERİ