|

Zulme karşı direnişin unutulmaz simgesidir onlar!

DÖRTLERİN GECESİ
(…)

Bir havar yükseldi zindandan kırlara
Dört ateşten dört kıvılcım düştü dağlara
Dağlar tutuşup indi bağlara
Dört ayrı ses yükseldi her ateşten
Söndürmeyin ateşi
Üfleyin korlara - üfleyin korlara
(…)
Yak artık canlarla yakılan ateşleri
Yak ki açılsın dünyanın körelmiş gözleri
Yak ki yırtılsın geceler ışığınla
Yak ki tarihi yeniden başlatsın
Kawa’nın -ü’ç kibritin ve dörtlerin sözleri
Yak ki yayılsın dünyaya
Ateşin ve güneşin ölümsüz sesi

Adnan Yücel

Zulme karşı direnişin unutulmaz simgesidir onlar!

Diyarbakır zindanı 17 Mayıs 1982 gecesi Ferhat Kurtay, Nemci Öner, Mahmut Zengin ve Eşref Anyık’ın isyan ateşiyle tutuştu. 12 Eylül Askeri Faşist Cuntası’nın en ağır yaşandığı yerlerden biri de Diyarbakır Zindanı’ydı. Dünya’da eşi benzeri görülmemiş bir zulüm Diyarbakır zindanında esir tutulan devrimci-yurtsever tutsaklara uygulanıyordu. Bu öyle bir işkenceydi ki tutsaklar artık yaşama isteklerini yitirir, ölümü özler hale gelmişlerdi. Faşizmin yarattığı cehennemde belki de tek ‘’kurtuluş’’ ölmekti. Ama yine de yaşama isteği bir şekilde ölüme galip geliyordu. Dayanılmaz yaşam koşullarında ve olağanüstü işkencelerin akıla durgunluk veren ortamında yaşam kendi soluk borularını koşullara uygun üretiyordu. Onur veya insanlık mücadelesi, bu zalimce işkencelere karşı kendi yöntemlerini ve kahramanlarını yaratıyordu. Tutsaklar devamlı aydınlığa ulaşmanın yollarını arıyor fakat soluk kesen amansız işkence ortamında bu aydınlığa ulaşmak hiç de kolay olmuyordu. Açlık, dayak ve akla gelebilecek her türlü maddi ve manevi işkence yaşamın ayrılmaz bir parçası olmuştu. Bu koşullara dayanamayan pek çok tutsak itirafçı olmaya başlamıştı. Yine baskı ve zorla birçok tutsağa pişmanlık dilekçesi imzalatılıyordu. Cezaevinde işkence ve ölüm korkusu egemen kılınmıştı. İnisiyatif tamamen İşkenceci Esat Oktay ve ekibindeydi. Yani üstünlük tamamen işkencecilerdeydi. Elbette bu cehennemden nasıl kurtulunacağının yol ve yöntemleri için;  hala idealine bağlı ve onurunu korumaya çalışan her devrimci tutsak şöyle ya da böyle kafa yoruyordu. Tutsaklar arasında bireysel eylemler giderek yaygınlaşmaya başlamıştı. Canına kıyma eylemleri giderek artmaya başladı.  Bileklerini kesenler, kendilerini asanlar veya asma girişiminde bulunanlar… Kafasını duvara vuranlar… Zaten işkenceler sonucu onlarca devrimci yaşamını yitirmişti. Artık bu koşullara birilerinin dur diyerek eylem veya eylemlere girişmesi gerekiyordu. Bu bir var olma savaşı olarak kendisini yakıcı bir tarzda dayatıyordu. Cezaevinde bütün tutsaklar bu sürece dur diyecek bir eylem beklentisi içindeydiler. Bu öyle sıradan bir eylem olamazdı. Çünkü koşullar sıradan değildi. Zor bir süreçti. Dışarıdan destek yoktu. Bütün demokratik ve insani sesler susturulmuştu. Cezaevinde olup bitene dünya kulağını tıkamıştı. Tutsaklar dünyadan yalıtılmış durumdaydı. Böyle bir koşulda ses getirecek ve işkencecileri durduracak bir eylem gerekiyordu. Ama tutsak kitlesinin örgütlenmesi dağıtılmış ve inisiyatif işkencecilere geçmişti. Bu nedenle eylemler, bireysel bazda gelişiyordu. Tutsak kitlesi sindirilmişti. Önemli bir kesiminde artık umutsuzluk egemendi. Ve kesilmeyi bekleyen kurbanlıklar gibi boğazlanacağı günü bekliyordu. Her şeyin matlaştığı ve karanlığın egemen olduğu bir ortamda Mazlum`un eylemi bomba gibi patladı. 20 Martı 21 Marta bağlayan gece 35. Koğuşun ( Hücreler- Tecrit bölümü) 4. Katının 9. Hücresinde Mazlum Doğan bir feda eylemi gerçekleştirerek tüm tutsak kitlesine bir mesaj gönderir. Bu mesaj, var olmanın tek yolunun direnmek olduğu mesajıdır. Bu eylem tüm tutsakları derinden etkiler ve yeniden düşünmeye yöneltir.

Mazlum Doğan’ın Newroz gecesi yaktığı isyan ateşi tutsak kitlesinin bilincini sarmaya başlar. 21 Mart gecesi Kawalaşan Mazlum Doğan’ın çağrısı Dörtleri de derinden etkiler. Kısa sürede Mazlum’un açtığı yoldan yürümek gerektiği kararına varırlar. Ses getiren bir eylemle Mazlum’un yaktığı ateşi büyütmeye karar verirler. Yaptıkları uzun tartışmaların sonunda eylem biçiminde de netleşirler. Sırada eylemi başarıyla tamamlamak vardır.

Ferhat Kurtay bir bildiri kaleme alır ve hep birlikte okuyup bildiriye imzalarını atarlar. Bütün tutsakların uykuya daldığı 17 Mayıs’ı 18 Mayıs’a bağlayan gece Ferhat, Nemci, Mahmut ve Eşref çatı katına çıkarlar ve daha önce hazırladıkları boya ve tineri üzerlerine dökerek kol kola kenetlenirler. Çakmağı çakmalarının ardından ‘’İnsanlık Onuru İşkenceyi Yenecek, Kahrolsun Sömürgecilik, Yaşasın Bağımsızlık!’’ sloganını haykırmaya başlarlar. Koğuşta bulunan diğer tutsaklar slogan sesine uyanır ve ateşi söndürmek için su döker, battaniye sararlar. Bunun karşısında ateşler içinde Necmi’nin sesi duyulur: ‘’ateşi yakın, su dökmeyin, su döken ihanetçidir.’’ Eylemin ardından işkenceciler koğuşu doldururlar ve su dolu koridorda tutsakları sabaha kadar işkenceden geçirirler. Yapılan işkencede Bedri Tan isimli bir yurtsever tutsakta yaşamını yitirir.

Dörtlerin bu büyük direnişi işkencecileri şaşkına çevirir. Eylemin tüm zindana yayılma tehlikesi karşısında korkuya kapılan işkenceci faşistler kimi zaman baskıyı arttırarak kimi zaman da azaltarak eylemin etkisini kırmaya çalışırlar. Ama bir kez buz kırılmıştır. Mazlum’un ardından Dörtlerin büyüttüğü isyan ateşi tüm zindana yayılmaya başlamıştır.

Bugün Dörtler Kürt halkı için olduğu kadar tüm Türkiye halkı için de zulme karşı direnişin unutulmaz simgeleri olarak bilinçlerdeki yerlerini almışlardır. Onların ateşi zafere değin asla sönmeyecek, Onların direniş çağrısı zulüm sürdükçe yayılmaya devam edecektir.

Bir cevap yaz